İran savaşında neler olur
İran rejimi devrilir mi - ABD savaşa katılır mı - Neden ABD kamuoyu savaşa karşı - İsrail yalnız başına kazanabilir mi - Netanyahu neden saldırdı - İsrail yenilirse ne olur - Filistin nasıl çözülür
İran rejimi devrilir mi?
İran rejiminin başka herhangi bir rejimden – mesela İsrail’den veya ABD’den – daha zayıf olduğuna dair bir belirti göremiyorum.
Şüphesiz muhalefet vardır. 45 yıldan beri kuşatma altında yaşamanın getirdiği bıkkınlık vardır. Ancak dünyanın hiçbir yerinde haksız bir saldırıya karşı ölüm kalım mücadelesi veren bir yönetime karşı darbe ve ihtilal olmaz. Örneği yoktur. Asgari ahlak sahibi hiçbir insan, yönetimden hoşlanmasa da, komşusunu, akrabasını, şehrini, ulusal simgelerini bombalayan düşmanın tarafını tutmaz. En mutaassıbından en liberaline kadar bütün İran halkı rejim etrafında kenetlenir — Meğer ki rejim savaş meydanında ağır ve net bir yenilgiye uğrasın.
Siyasi sahada rejime alternatif olabilecek bir liderlik görünmüyor. O kadar ki Amerikalılar lider diye tüm İranlıların herhalde en çok nefret ettiği kişinin şımarık oğlundan başka çıkaracak birini bulamadılar. Düşünün ki Cumhuriyetten 45 sene sonra Vahdettin’in oğlunu seçenek diye çıkarsalar ne olur.
Ülke içindeki etnik ayrımlardan medet ummak ham hayaldir. İran Suriye veya Irak gibi yapay bir devlet değildir; yüzlerce yılda oluşmuş güçlü bir ulusal kimliğe sahiptir. Kışkırtmaya çalıştıkları Kürtlerin nüfus payı yüzde dörttür; ciddi bir siyasi örgütlenmeleri yoktur; dışarıdan yardım alma ihtimalleri sıfırdır. Azeriler ise her zaman İranlıdan fazla İranlı olmuştur; bu sefer de farklı olmayacaktır.
ABD savaşa katılır mı?
Sanmıyorum.
Birincisi, hayal bile edemediğimiz bir dehşet operasyonuyla İran rejimini birkaç gün içinde teslime zorlamadıktan sonra savaşı kazanma ihtimali çok düşüktür. Irak’ı bilfiil kara kuvvetleriyle işgal ettiler; İran’da öyle bir imkan yok. Afganistan’ı yirmi sene işgal ettikleri halde gene de yenildiler. Havadan bombardımanla Yemen gibi sefil bir ülkeyi dahi dize getiremediler.
İkincisi, İran’ın kontratak kapasitesi ABD’nin kabul edemeyeceği bir seviyededir. Hürmüz Boğazının kapanması, Orta Doğudaki ABD üslerinin bombalanması, ABD üslerinden yapılacak bir saldırıya karşı Arap ülkelerinin petrol tesislerinin bombalanması, ABD – ve tüm dünya – için yıkım olur.
Üçüncüsü, savaşın uzaması halinde Rusya ve/veya Çin’in açık veya örtülü şekilde İran’a destek vermesi kaçınılmazdır. Şu aşamadaki diplomatik tavırlara kulak asmayın. İran’ın kaosa yuvarlanması VEYA Nato kontrolüne girmesi, ne Rusya ne Çin için kabulü mümkün riskler değildir. Uzun süreli bir savaşta Ortadoğudan petrol sevkiyatının durması ise Rusya açısından cazip bir fırsat olabilir ancak akaryakıt ihtiyacının yarısını Ortadoğudan karşılayan Çin için ölümcül tehdittir.
Dördüncüsü ve en önemlisi, İran savaşı için ABD (ve Avrupa) kamuoyunda destek yüzde 10-20’ler düzeyindedir. Bunun ABD ulusal çıkarlarına hizmet etmeyen gayrimeşru bir savaş olduğuna dair kuvvetli bir inanış kamuoyuna hakimdir, ve daha önemlisi bu görüş Trump’ın tabanını neredeyse tamamen etkisi altına almıştır. Trump’ın siyasi sahada tamamen yalnızlaşmasına ve kendisinden nefret eden Neocon tayfasına mahkum olmasına yol açacak bir adım atması mantıklı görünmüyor.
[22 Haziran notu: Trump’ın gülünç “bombalama” şovu bu analizi yanlışlamaz, aksine teyit eder. ABD ne yapıp edip savaştan kaçınacaktır.]
Neden ABD kamuoyu savaşa karşı?
Son iki buçuk yılda Batı kamuoyu emsali görülmemiş bir bombardımanla şu görüşlere angaje edildi:
1. İsrail devleti Gazze’de insanlık suçları işliyor; çocukları kasten öldürüyor; hastaneleri bombalıyor.
2. Siyonistler rüşvet veya şantaj yoluyla Batı siyasi kurumlarını ele geçirmiştir.
3. Netanyahu’nun maceracı politikalarına karşı ABD’nin eli kolu bağlıdır.
Bu görüşlerin yaygınlık kazanmasının sebebi elbette kamu vicdanının isyanı, hak ve adalet duygusu, hakikat sevgisi, vb. olabilir. Lakin normal koşullarda böyle şeylere meyilli olmayan – mesela Afganistan’da, Yemen’de, Sudan’da, Libya’da, Ruanda’da zulmün her türlüsüne karşı umursamazlığını koruyan – kamu vicdanının bu sefer galeyana gelmesi, kabul etmeli ki, şaşırtıcıdır. Kamuoyu yönlendirmede dünya şampiyonluğunu bugüne dek elden bırakmamış olan ABD propaganda sanayiinin bu sefer nakavt olmuş görünmesi de, bence, açıklama gerektiren bir durumdur.
a) Propaganda yenilgisinin gerçek dünyadaki pratik sonucu nedir, ve b) bu sonuç bilinçli olarak hedeflenmiş olabilir mi sorularını sormakla yetinelim.
İsrail yalnız başına kazanabilir mi?
ABD bilfiil savaşa girmedikçe İsrail’in kazanma şansı yoktur.
İsrail 12 Haziran’da ilk füze saldırısını gerçekleştirdiğinde dünya bir iki gün süren bir tereddüt yaşadı. Ancak İran kontratağının başlamasıyla tereddüt giderildi. İran’ın a) kararlılık, b) teknoloji, c) endüstriyel kapasite, d) stratejik akıl açılarından savaşa fazlasıyla hazır olduğu görüldü. Bu şartlar altında, rakibinin 10 katı nüfusu, 74 katı arazisi, ppp bazında dört katı milli geliri olan bir devletin yenilme ihtimali sıfırdır.
(Rakamları Grok’a sordum.)
Netanyahu neden saldırdı?
İsrail başbakanının 13 yıl hapis istemiyle yargılandığı davada Haziran ayında çapraz sorgulama aşamasına gelindi. 10 Haziranda İngiltere, Kanada, Avustralya ve Norveç Netanyahu hükümetinin iki kilit bakanı Ben-Gvir ve Smotrich aleyhine yaptırım paketi açıkladılar. 11 Haziranda Netanyahu hükümeti parlamentoda düşmenin eşiğine geldi.
Bu olgular ışığında Netanyahu’nun saldırı emrini en azından kısmen kendi geleceğini kurtarma kaygısıyla verdiği düşünülebilir. Bu adımı attığına göre ABD’nin ister istemez yardıma koşacağına güveniyor olması gerekir.
Öte yandan, olaya bu açıdan baktığımızda, ABD yönetiminin bir süreden beri benimsediği veya benimsemiş göründüğü kayıtsız şartsız İsrail yanlısı politikanın belki de sanıldığı kadar akıl dışı olmadığı kuşkusu doğacaktır. Netanyahu’nun bu adımı atması için ABD’nin kayıtsız şartsız desteğine güvenmesi gerekiyordu. Güvenmesini sağladılar.
İsrail yenilirse ne olur?
En kestirme sonuç Netanyahu’nun gitmesidir. ABD’nin örtülü hedefi bu olabilir mi? Bence güçlü bir ihtimaldir. Muhtemelen İsrail devletinin mevcut yapısıyla bir süre daha korunmasını sağlayacak adım da budur.
Bir rejim değişimi halinde ABD tüm gücüyle İsrail’de statükonun mümkün ölçüde korunmasını sağlamaya çalışacak, birtakım tavizlerle İran’ı ateşkese razı edecek, İsrail içinde güvenliği sağlamak için gerekirse bilfiil müdahale edecektir.
Enteresandır ki Rusya’nın da tercihi İsrail’de topyekün çöküşü önlemek olacaktır. Dolayısıyla ABD ile Rusya’nın ortak girişimiyle savaş sonrası düzenlemelerin yapılması mümkün görünüyor.
Filistin sorunu nasıl çözülür?
İki devletli çözüm absürt bir hayaldir. İki parçaya bölünmüş, İsrail kolonileriyle delik deşik edilmiş, doğal kaynakları olmayan, su ve elektrik ve istihdam için İsrail’e muhtaç olan bir Filistin devleti devlet değil bantustandır. İki devletli çözümün tek anlamı vardır: ülke nüfusunun entegral bir kesiminin oy hakkından mahrum edilmesi.
Reel dünyada çözüm sadece iki çeşittir.
a) Filistinlilerin göçe razı edilmesi. Gelinen aşamada bunun imkanı görünmüyor. İki buçuk yıldan beri açık veya örtülü olarak önerilen bu olduğu halde bugüne dek somut bir teklifin ortaya çıkmamış olması bu seçeneğin gerçekçi olmadığını gösterir. Patagonya’ya mı gidecekler? Ukrayna’ya mı yerleşecekler? Avrupa’da mülteci mi olacaklar?
b) Filistinlilerin tam vatandaşlık haklarıyla Yahudi-Müslüman devletine entegre edilmesi.
Tahmin ediyorum ki er veya geç olacak olan bu ikincisidir. Yahudiler yeni devlette azınlıkta kalacaktır. Devletin adının değişmesi gerekecektir. Dönüşümün kansız olması için uluslararası bir polis gücünün – belki ABD’nin veya ABD ile birlikte Rusya’nın – aktif bir rol alması gerekecektir. Muhtemelen yeni devletin nükleer silahlardan arındırılması gerekecektir.
Tüm bölge ülkeleri ve hatta Türkiye için makul olan çözüm zannederim budur.
İran halkının rejime açılan savaşı haksız bulduğunu zannetmiyorum. Kimse için br sürpriz de olmadı. Yıllardır böyle bir saldırıya desenstivize olacak şekilde telkin edilmiş muhaliflerin durumu daha ziyade Birinci Dünya Savaşı esnasında ve sonrasında patlayan devrimleri andırıyor gibi. Şimdilik sokaklara akıp meşru hedef olmak istemiyorlar, fakat ilerleyen günlerde geceleri anonim olarak yankılanan "Hamaneyi'ye ölüm" naralarının meydanlara dökülmesi mümkün.
Judea eyaletinde kan davası bu kadar ekstrem bir raddeye ulaşmış iki halkın beraber nasıl yaşayacağını hayal edemiyorum. İki taraftan birinin ortadan kalkması şart gibi. Ya da üçüncü bir kuvvet taratından eşit derecede mahkum bir statü altında ortak bir mazlum kimlik kuracaklar. Fakat bu senaryoda da, geldikleri ülkeler de küresel antisemitik akıma mağlup düşmedikçe, meydanı ilk Yahudiler terk eder gibi geliyor. Yani İsrail'in mahvoluşu hakkındaki sezgileriniz haklı çıkar. Bu da üzücü bir son bence.
Analizden çok whishful thinking gibi geldi yazınız.