Kaya Mezarın öyküsü
Neredeyse on yıl önce, 19 Şubat 2012’de Şirince'deki kaya mezarımın açılış törenini yapmıştık. Bu yazıyı o günlerde yazdım. Aslanlı Yol kitabımda da yer alıyor.
2008’in Mayısında emniyet ve jandarmadan üst düzey görevliler ayrı ayrı aradılar, bana suikast düzenleneceğine dair duyum alındığını bildirdiler. Durum son derece kritikmiş. Korumasız bir yere kıpırdamamam gerekiyormuş. Evimin etrafındaki tepelere jandarma erleri mevzilendi. İlçe pazarına domates almaya inerken önden iki jandarma aracı, arkadan iki sivil polis aracı bana eşlik etmeye başladı – göremediklerim de cabası. İstanbul’da o dönem ders verdiğim üniversiteyi polisler sardı. Bir yandan emniyetten telefonlar geliyor, aman bizden habersiz bir yere gitmeyin, jandarmaya da sakın güvenmeyin diye. Havaalanının bekleme salonunda benim görebildiğim en az üç sivil arkadaş, gazete okur gibi yapıyorlar, bir yandan gözleri bende, birileriyle haberleşiyorlar.
Bu hadise, birbuçuk yıl kadar sonra “Balyoz Harekât Planı“ adı verilen dava çerçevesinde mahkemeye intikal etti. 2011’in başlarında basına da yansıdı.[1] Orgeneral rütbesi taşıyan birtakım şahısların, benim de aralarında bulunduğum birkaç kişi hakkında suikast planları yaptığı anlaşıldı. Ekip görevlendirmişler, gözetleme yapmışlar.
Planlarını neden gerçekleştirmediklerini bilmiyorum. Belki engellendiler. Belki de yöntem değiştirdiler. 2008 Haziranında, Müjde’yle aramda geçen olayı bahane ederek, aleyhime basın yoluyla kahredici bir karalama kampanyası açtılar. Bilfiil vurmaktansa karakter cinayetinin daha ucuza mal olacağını hesapladılar. Tetikçi bulması da öyle daha kolay üstelik.
Devekuşu tepkisi
Etrafım silahlı adamlarla sarıldığında durup düşündüm. Bunlar mı beni koruyacak? Güleyim bari! Vurmak istedikten sonra vururlar, engel olmak için yapabileceğim hiçbir şey yok. Kendimi korumaya çalışarak hayatımı zehir etmek de anlamsız, tam onların istediği tuzağa düşmek olur.
Üzüldüm mü? Vurulmadığım sürece üzülecek bir şey yok. Vurulduktan sonra da zaten üzülmeye vakit kalmaz. Yeterince dolu dolu yaşamışım zaten. Güvercin tedirginliğiyle yaşamak benim yapabileceğim şey değil. Kuş olsam ben devekuşu olurdum – hem dik kafalı, hem meraklı, hem de biraz şaşkın.
Kaya mezarı projesi işte o günlerde doğdu. Öleceksem bari şanımla öleyim dedim. Amerikan filmlerinde gördüğümüz şık bir el hareketi vardır, orta parmağı kaldırmak suretiyle yapılır. O el hareketinin kalıcı ve güzel bir örneğini yapmaya karar verdim.
Felsefi boyut
Tek motivasyon kavga değildi şüphesiz. O sırada Matematik Köyüne bir anıt yaptırma projesi var. Heykelciler gelip gidiyor, soyut şeyler, modern şeyler tasarlanıyor. Oysa anıt dediğin bugün gelip yarın geçecek modalara kulak asmamalı. Bugün ne ifade ediyorsa bin sene sonra da aynı şeyi ifade etmeli. Ayrıca, otuz senede çürüyecek bir şey değil, bin sene kalacak bir şey olmalı. Misal: antik Anadolu kültürlerinden kalan mezar anıtları!
Yıllar önce Likya hakkında bir kitap yazmıştım. O sırada oradaki bütün kaya mezarlarını gezmiştim, hayran olmuştum, yok bundan daha romantik bir görüntü diye düşünmüştüm, neden bir Allahın kulu akıl etmez böyle bir şey yapmayı diye hayret etmiştim; modern çağ insanı aptal herhalde yahut köle, ruhu ufalmış diye felsefe yapmıştım. Hatta Mehmet Aksoy’a sormuştum (hani şu Kars’taki ucubeyi yapan)[2] kaça malolur böyle bir şey diye, o da trilyonumsu bir hesap çıkarmıştı. O günden beri zihnimin bir köşesinde konu uykuya yatmış, uyanacağı günü beklemiş.
İşin bir de felsefi yönü var. Herhangi bir çıkara veya küçük hesaba dayanmayan bir jest yapmak şu dünyada mümkün müdür? Ne zamandan beri aklımı kurcalayan bir konuydu bu. Gerçek özgürlük – eğer özgürlük diye bir şey varsa – budur: seni esir alan nefsini, köle kılan çıkarını ve sosyal mecburiyetleri hepten bir kenara itip bir şeyi sadece “güzel” olduğu için yapabiliyor musun? “Topluma faydalı bi şey yapsaydın,” demeyin bana, “topluma faydalı” denilen şeylerin üstünde kaçınılmaz olarak çıkar hesabının gölgesi vardır. “Ahireti düşün,” de demeyin bana: ahiret hesabı gözeterek yapılan her şey mutlak bir ahlak yoksunluğunun işaretidir, “menfaatim yoksa kılımı kıpırdatmam,” diyen pespaye çıkarcılığın başka türlü söylenişidir.
Ayrıca vaktiyle Kant okumuşuz, üçüncü kritik üstünde de haftalarca kafa patlatmışız. “Güzellik, her türlü çıkar hesabının üstünde olan şeydir,” diye kalmış aklımın bir köşesinde.
Oymaca faslı
Hesap yaptım. Bir şeyi çok isteyince bende gerçeklik algısı biraz kayma yapıyor, yirmi bine çıkartırım diye kendimi ikna ettim.[3] Var mı fanteziye ayıracak o kadar param? Var. O sırada arabam yoktu, eski Marea’yı Çine’de pert etmişim. Yeni araba alacağıma bunu yaparım diye düşündüm. Yıllık amortisman hesabı yaparsan kesin doğru yatırım. Araba dediğin bilemedin on sene gider. Bu nereden bakarsan ikibin sene – şayet Türklerin eline düşmezse.
Ustalarımı yanıma alıp Fethiye’ye gittim, Tlos ile Pinara’yı gezdirdim. “Yapabilir miyiz?” diye kendimize sorduk. Pek inanmadık ama “Allah büyük,” deyip işe başladık.
15 Nisan 2009’da dağa ilk çekici vurduk. Temiz kayayı bulmak için önce bozuk yüzeyi bir metre kadar tıraşlamak gerekiyordu. Benim aceleciliğim yüzünden onu eksik yaptık, sonradan çok zorluk çıkardı. O yaz hemen hemen her gün Aynur’la beraber kayada çalıştık, mermer tozu yutmaktan az daha silikozis oluyorduk. Otoyol tünelinde çalışmış olmaktan başka referansı olmayan üç ameleyle bir yıla yakın kaba yontu işini yaptık. Çekiç, keski ve spiral kesici gücüyle yaklaşık elli metreküp kaya oyduk. Şantiyeye traktör girmediğinden, iki eşek satın alıp çıkan molozu onlara taşıttık. Daha sonra mermerci ustam Halis, bir yıl boyu o kaba işin tesviyesiyle uğraştı. Sütunları kesmekte çok zorlandık. İnce işlerden tam ümidimizi kesmişken, alaylı heykeltıraş Kâmil Usta ile oğlu Fatih’i bulduk. Enfes bir Medusa başı ile sütun başlıklarını çıkardılar. Eski Yunanca ve Eski Ermenice birer yazıt kazdılar.[4]
Görenler bile tam inanmadığı için tekrar belirtmekte yarar var. Her şeyi yekpare yerli kayadan oyduk. Herhangi bir parça getirip oraya takmadık. Kayanın içinde o tapınak zaten vardı. Biz taşın fazlasını kesip içindeki cevheri ortaya çıkardık.[5]
Bürokratik süreç
İlk başladığımda jandarma bölük komutanına gittim, başkasından duyma benden duy diye projeyi anlattım. Sevan Bey izin alsaydın keşke dedi. Peki kimden izin alacağım? Anıtlar Kurulu? Şaka herhalde, ortada tarihi eser yok ki onların yetkisine girsin. Özel İdare? Onların işi imar planı yapmak, binaların ruhsata uygunluğunu denetlemek, alakası yok. Kaymakam Beye söylesen? Adamcağız kendi gölgesinden korkan bir memur, neye göre izin verecek? Ne yapacağı belli, benim dilekçeyi top yapıp kapı kapı gezdirecek, arada da dua edecek ki top kendisine geri gelmeden tayini çıksın, bu beladan kurtulsun. Bir dost ortamında İmar İşleri Müdürü ile sohbet ettik. Sevan Bey Buca Belediye Başkanı onca sene uğraştı ama dağdaki Fantoma anıtı için izin çıkarabildi, gel seni onunla tanıştırayım dedi. Mersi, almayayım dedim. Hayat kısa, bürokratik budalalıkla ziyan edecek vaktim yok. Ayrıca öyle bir ucubeyi yaptırabilen adamla benim ne işim olur?
Tam altı ay kıvrım kıvrım kıvrandılar, bir kulp bulamadılar. Kaymakamlıkta, valilikte, bakanlıkta benim bildiğim en az on toplantı yapıldı bu Nişanyan’la nasıl başa çıkacağız diye. Sonunda topu Orman İdaresine attılar. Meğer benim anıt yaptığım yer teorik olarak ormanmış. Eh, Orman Kanununun 17. maddesi açık, ormanda “her çeşit bina ve ağıl inşası, tarla açılması, yerleşilmesi” yasak. Peki bina mı yapıyorum? Binanın hukuki tanımı İmar Kanununda var, yaptığım şey bina değil. Ağıl değil. Tarla açmıyorum. Yerleşmeye – şimdilik – niyetim yok. Mülkiyetime geçirmiyorum. Daha ne? Olsun, dediler, davayı açtılar. Savunma yapmaya tenezzül etmedim. Hakime hanım bir yıl hapsi dayadı, iyi halden iki ay kesti, sonra insaflı biri olduğundan tecil etti. Öylece kaldı.
Yetinmediler. Özel İdare memuru Emin geldi. “O ne?” diye sordu. “Hiiçç, anıt,” dedim. “Atatürk anıtı gibi bir şey mi,” dedi. “Allah korusun,” dedim. “Öyle dediğine göre Fethullah Gülen anıtıdır,” dedi. Yemin ediyorum, tanıklar da var. “Hah, tam üstüne bastın, öyle yapacaktık ama hoca efendi yeterince fotojenik değil diye vazgeçtik, onun yerine Yunan tapınağı yapıyoruz,” dedim. Gitti mühürledi. Yasadışı olduğu apaçık olan bir mühür. Özel idarenin öyle bir yetkisi yok. Bina değil, ruhsata tabi yapım değil. Dağda oyuk açmanın ruhsata tabi olduğu nerede görülmüş? Gittim Özel İdare Müdürüyle konuştum, hak verdi, yanlış işlem olmuş biliyoruz dedi. Ama Türk Adaleti affetmez, mühür bozmadan da bir dava açtılar. Savunma yapmadım, duruşmalara gitmedim. Beş aylık mahkûmiyet de ondan çıktı.
Bu da yetmemiş. İzmir bilmemkaç numaralı Koruma Kurulu bizim kayayı “arkeolojik sit” ilan etmemiş mi? Adamların düştüğü çaresizliğin düzeyini tahayyül edebiliyor musunuz? Arkeolojik sit dediği yer Allahın kuru bir kayası. Çıkıyor etraftan gerçi üç beş parça geç-Bizans çömlek kırıntısı, ama ona bakarsan Antakya’dan Çanakkale’ye kadar hangi tarlayı eşelersen çıkar bir şeyler. Garibanlar gerekirse Selçuk’un gecekondu apartmanlarını bile tarihi eser ilan etmeye hazırlar, yeter ki Sevan’la baş edebilsinler!
İlelebet payidar
Bundan ikibin sene sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin şu ilk evresinden geriye pek bir iz kalacağını tahmin etmiyorum. Etrafımızda gördüğümüz her şey köksüz, her şey temelsiz, her şey çürük. Yalnız binalar değil, kurumlar ve fikirler de öyle. Ufak bir depremde moloz yığınına dönüşecek şeyler hepsi.
Belki Şirince kaya mezarı kalır. “O karanlık devirde bile güzeli arayan insanlar varmış,” diye hatırlarlar.
[1] Taraf, 20.01.2011: “Balyoz’un ölüm listesi Gölcük’te bulundu (…) Gölcük'teki Donanma Komutanlığı'nda bulunan belgeler 'Balyoz Darbesi'nin suikast planlarını ortaya koydu: Dink, Mahçupyan, Bartholomeos, Nişanyan, Mutafyan hedefteydi. (...) Altı no’lu çuvaldan çıkan belgelerde 2007'de silahlı saldırı sonucu öldürülen Hrant Dink'in 2003 yılından beri “hedef şahıs” olduğu belirlendi. Azınlıkların fişlendiği ORAK Planında tahrip ve bomba imha kursu alan üç jandarma personelinin hedefinde iki Ermeni gazeteci daha var: Etyen Mahçupyan ve Sevan Nişanyan.”
[2] Aksoy’un Kars Belediyesi için yapmaya başlayıp – diğer tüm eserleri gibi – yarım bıraktığı dökme beton abide taslağının belediyece yıkımına karar verilmiş, 8.01.2011’de başbakan Erdoğan “ucube” diye nitelendirdiği eserin yıkımına destek vererek Türkiye’nin aydın çevrelerin tepkisini toplamıştı. Başbakanın bu konuda haklı olduğunu hep savundum. Eserin estetik, ideolojik ve ahlaki düzeydeki problemleri bir yana bırakılsa bile, eser sipariş eden kuruluşun yapılan işi beğenmeyerek çöpe atma hakkının tartışılamayacağını düşünüyorum. Yaptığın işin beğenilmemesine tahammülün yoksa ısmarlama iş yapmazsın, olur biter.
[3] Sonunda altmışbin lirayı geçti, ama olsun, niyet önemli.
[4] Yunancası ΣΗΒΑΝ ΕΠΟΙΗΣΕΝ ΜΝΗΜΟΝΕΥΣΑΤΕ, Ermenicesi ՇԻՆԵՑ ՍԵՒԱՆ ՆՇԱՆԵԱՆ Ի ԹՎ ՌՆԿԲ ՅԱՄԻ ՏՆ ՍԺԲ.
[5] Auguste Rodin’in sözü, benim değil.
Bugün değil ama belki 10 yıl sonra belki 20 belki 50 belki 100 yıl sonra ama birgün mutlaka tarih seni yazacak bu toprakların yetiştirdiği en aykırı, genel akıma en ters ama buna rağmen ve aslında tam da bu sebeple en büyük insanlardan biri olarak. Ne diyeyim. Büyüksün Sevan Reis :)
Aslanlı yol kitabınızda okumuştum ama yine de zevkle ve üzülerek okudum yazınızı.Dün 29 ekim dolayısı ile yolumuz Kuşadasına düştü gelmişken görmediğim hep duyduğum Şirinceye gittik.Virajlı yollar ama tepeye çıkınca muhteşem yerler.Aklımda daha bir gün önce okuduğum yazınız ,tabi ki gezip görmek istiyorum.Bir kalabalık bir kalabalık.Polis tepede durmuş kimse göz açtırmıyor.Sormak için durduk bir iki kişiye sorduk kimse bilmiyor.Neyse şarap dükkanından birisi şu yoldan gidin dedi.Matematik Köyüne girmeyi yasaklamışlar,valla aldırmadık girdik.Saklı cennet burası olmalı.Çok fazla aşağılara inmedik ama kulenizi,Kaya mezarını oradan görebildik.
Döndük otelinizi görmek için epey yürüdük satıcıların dükkanları içinden.Yer gök araba dolu zor bela bir yer bulduk uzaklarda.Arabayla gitmedik.Zevkli?eskiyi unutmadan yıllarca kalabilecek Hodrimeydan Kulelerini otelinizi kısmen de olsa gördük.Yakın yerdeki kahve dükkanında kahve ve şeftali likörümüzü içtik.Onlar yardımcı olmuştu yol için,eski eşinizi de tanıyorlar zaten.
Kızıma ve eşime iyi gel geç kişiler bilmiyor bu eserleri.
Yaptığınız Kaya mezarı akla zarar.Bol bol resim çekip sizi andık.
Hocam siz kıymetlisiniz.Şirinceye de imzanızı atmışsınız.
Size sağlıklı uzun ömürler diliyorum.Bu karanlık devir elbet bitecek ve yurdumuza döneceksiniz.Saygıyla.