Leş kargası
6 Eylül 1955 günü annemle babam düğün alışverişi için Beyoğlu’ndaymışlar. Olayların içine düşmüşler. Sonradan o gün olanlar çok anlatıldı. Dost ve akrabaların başına gelenler anlatıldı. Hep anlatıldı. Tekrar tekrar anlatıldı. 65 yılın sonunda bıkkınlık veriyor, evet. Yeni bir açı, farklı bir bilgi, değişik bir fotoğraf karesi olsa peki, ilginç olabilir. Yoksa, yani, daha kaç defa?
6-7 Eylül münasebetiyle duyar kasanları çok da dürüst bulmadığımı itiraf edeyim. Elli yıl mutlak suskunluktan sonra ne sinyali geldi ki birdenbire her sene on kasım anar gibi anımsanan bir anma günü oluverdi? Yılmaz Karakoyunlu gibi bir ağır devlet abisi neden bunun filmini yapma gereği duydu, neden resmi televizyon kanallarının hepsi o filmi göstermeyi görev bildi? Her sene ağır nağmeler eşliğinde anılması hangi yaraya merhem oluyor? Bir bedel mi ödenmiş oluyor? Gavur soygunuyla palazlanmış cumhuriyet burjuvazisinin etinden et mi koparılıyor, pastasından dilim mi kesiliyor? Yoksa ucuz yollu vicdan mı rahatlatılıyor? Cihangir-Bodrum hattında belli bir toplumsal kesime “ben sizdenim, beni sevin” mesajı mı verilmiş oluyor?
Genel kural: virtue signaling gördüğünüz yerden kaçın. Neydi bunun Türkçesi, ‘fazilet kumkumalığı’ mı desek? Birisi ‘bak ne vicdanlıyım’ diye fazla kasıyorsa bil ki orada bir yamuk var.
Daha başka bir boyutu var işin, ki onu belki hiç düşünmediniz. Herhangi bir insan grubunu fazla şeytanlaştırır, lanet okursanız sonunda karşı yönde zulme kapı açarsınız. Kendini yüzde yüz haklı – ya da yüzde yüz mazlum – görenlerin fanatizminden Allah hepimizi korusun. Karşındaki insan eğer insan değil şer makinası ise, karşılık diye gerekçelendireceğin şerrin her türlüsü meşru olur. Örnek? 1990 Gümülcine olaylarına bir bakın isterseniz. Yunan milliyetçileri ayaklanıp dört yüzden fazla Türk dükkanını yağmaladılar. Sorulduğunda cevap hazırdı: Ama onlar da 6-7 Eylül, Gökçeada 1964, vs. vs. [İngilizce Wikipedia’da ‘1990 Komotini Events’ maddesine bir göz atın. Sayfanın dibinde ‘İstanbul pogroms’ linki neden var sizce?]
Sizi bilmem, İstanbul Rumlarının canı can da Gümülcine Türklerininki patlıcan mı sorusuna benim verecek cevabım yok.
*
He ya sen de Ermeni Soykırımı, bık bık bık...
Hayır, bir defa olsun 1915 olayları ile ilgili duygu sömürüsü yaptığımı hatırlamıyorum. Kesik kafalar, yol kenarında çürümüş cesetler, yalınayak konvoylar, bebeğini terk eden kadınlar, kızıl akan Fırat nehri vs. muhabbetlerine hiç girmedim. Olayları yaşayan kuşakta bu olguların anılması ve tarihe belge düşülmesi bence doğruydu ve önemliydi. Yüz yıl sonra hala bu söylemlerden medet umanları asla tasvip etmedim. Çoğu zaman çirkin ve oportünist buldum. [2013’te İsviçre’deki bir sempozyumda soykırım mütehassıslarından Profesör Richard Hovhannisian’ın kesik kafa, çürümüş ceset, yalınayak konvoy slaytlarıyla süslü sunumu esnasında dayanamayıp, duyulur bir fısıltıyla ‘leş kargası’ diye söylenmiştim. Protokol sırasında herkesin dehşetle dönüp bana baktığını hatırlarım.]
Ne dedim hatırlayalım.
Bir, 1915 soykırımı bir olgudur. Fakt yani. Devlet eliyle yürütülmüş planlı, örgütlü, sistemli, bilinçli bir etnik temizlik operasyonudur. Bunu inkar edenler, iyimser bir yorumla kara cahildir; daha gerçekçi olmak gerekirse orospu çocuğudur. Cahillik ve orospu çocukluğuyla mücadele farzdır, görevdir. Hatta zevkli bir görevdir.
İki, Cumhuriyet’in seçkin sınıflarının ekonomik ve sosyal altyapısı çok büyük oranda Rum ve Ermeni temizliğine dayanır. Oradan kaptıkları parsayla yükselmiş, refah ve statü sahibi olmuşlardır. Ruh hallerinin altında, büyük bir buzdağı gibi, bu gerçeği unutma ve tevil etme arzusu yatar. Bu devasa hakikati yok sayarak 20. yüzyıl Türkiyesi’ni analiz etmeye girişenler abesle iştigal ederler. El yordamıyla fili tarif etmeye çalışan körler gibi, komik hipotezlerin peşinde nefes ve ömür tüketirler. Bazıları iyi niyetli, temiz insanlardır. Onlara yardımcı olmak, araştırmalarına ışık tutmak boynumuzun borcu değil mi?
Hepsi bu kadar.
Yoksa haklı mıydı, başka çaresi var mıydı, neyin misillemesiydi, amaç neydi, bunlar bahs-i diğer. Onlardan da söz edilir gerekirse. Alternatif senaryolara baktığım, bahanelerin çürük noktalarına işaret ettiğim birkaç yazımı hatırlıyorum. Ama ‘Türkler gaddar, Ermeniler masum’ dediğim hiç duyuldu mu? Sanmam.