Discussion about this post

User's avatar
Onur Dincer's avatar

Osmanlı İmparatorluğu'nun veya hanedanının devamının anlamlı olabilmesi için ideal olarak 19. asır başı ve öncesindeki asırlardaki gibi geniş topraklara, ama en azından Balkan Harbi veya 1. Cihan Harbi faciaları öncesindeki kadar topraklara sahip olup topraklarındaki demografik yapıyı ve kültürel çeşitliliği koruması gerektiğini düşünüyorum. 1923 mübadelesi sonrasının Türkiye şartlarında Osmanlı İmparatorluğu veya hanedanının idaresinin devam edip etmemesi daha çok teknik bir konu gibi görünüyor bana.

Osmanlı İmparatorluğu veya hanedanının 19. asır başındaki topraklarını korumasının yolu radikal reformlardan geçiyordu, gecikmiş ve zaten yetersiz olan Tanzimat reformları ile olacak iş değildi, daha 18. asır sonları ya da 19. asır başlarında Osmanlı idaresinin İslam devleti olmaktan çıkıp her dini gruba ya da en azından Müslümanlar ve Hristiyanlara tam anlamıyla eşit yaklaşan bir tür Roma İmparatorluğu'na evrilmesi gerekiyordu. Yeni devletin adı Roma/Rum da olsa Osmanlı hanedanı bu yeni devlet modeline geçişte öncü rol oynayarak tahtını koruma yoluna gidebilirdi. Bu geçişe tek büyük potansiyel engel eski imtiyazlı konumlarını kaybetmek istemeyen Müslüman gruplar olacaktı, onlar kah gönülleri alınarak kah da sopa gösterilerek yola getirilmeye çalışılabilirdi. Mühim olan devletin bekasıysa bunun için radikal reformlar da göze alınabilirdi ve alınmalıydı da. Osmanlı yönetici kadrosunda o irade ne kadar vardı ve varsa da ne kadar başarılı olabilirdi ayrı konu, onu bilahare tartışırız.

Expand full comment
Barış Bilen's avatar

Zaman zaman bu tür şeylere ben de kafa yormuşumdur. Atıyorum, Sabiha Sultan Atatürk’ün evlenme teklifini kabul etse, Atatürk istediği gibi Harbiye Nâzırı olsa, sonra kayınpeder Sultan’ı da alıp Anadolu’ya hep birlikte geçseler ve Milli Mücadele’yi Onun manevi blessing’iyle başlatsalar nasıl olurdu acaba diye? Fakat bu düşünce tarzının 'halamın ceketi olsa amcam olurdu' demekten farkı yok ne yazık ki. Zira zaman olduğu gibi akıyor, ‘olması gerektiği gibi’ değil. Vahdettin ne böyle bir ufka, ne de cesarete sahip olmayan, kararsız, ödlek, yaşlı bir adamdı. Atatürk’e gelince, O da ne Halife ne de Sultan sıfatıyla kendisinin üzerinde bir siyasi figüre hayat hakkı tanıyacak biriydi…

Hilafet’i etkili bir silah olarak kullanan yegâne hükümdar Abdülhamid olmuştu. Tam sömürgecilik çağının başlangıç ve gelişmesine denk gelen iktidarında İslam âleminin %90’ı İngiliz, Fransız ve Rus zulmü altında olduğundan, ‘Şimdi bir sözümle hepsini ayaklandırıp, üzerinize salarım ha!’ tehdidiyle gerçekten hepsini bir hayli ürkütmüştü. Ama değişen siyasi iklimde içi boş bir silahtı Hilâfet. Bu gerçek Sultan Reşad’ın ‘Cihad’ ilânıyla ayân beyan belli olmuş ve Arabistan da elden gidince, bu kurumu ciddiye alan bir grup Hintli aptaldan başka kimse kalmamıştı.

Monarşi’ye gelince, sadece Türkiye’de değil dünya çapında artık modası geçmiş bir müessese olduğu kesinleşmiş gibidir. Milli birlik ve bütünlük adına etkin bir rol oynadığı son ülke Ürdün’dür kanımca. Avrupa’dakiler çok turistik artık. Müzede tozlanan antika gibi bir şey oldular. Hiçbir işleri güçleri olmadığı için sıkılıyorlar. Sıkıntıdan bir dizi uygunsuz iş ve gönül ilişkilerine giriyorlar. İsveç kralı Gustav ağır sapıktır mesela, pek bilinmez. Annesi Beatrix’ten tâcı devralan Hollanda Kralı Willem aptalın biri. Juan Carlos’a çok şey borçludur İspanya, fakat bu durum meşhur ‘İspanyollar Juan Carlos’u sayar, Monarşi’yi ‘değil’ sözünü değiştirmez. Bir gün İspanyolca konuşulan ülkeler zirvesinde o g…boklu otobüs şoförü Maduro ‘Sen kimsin?’ gibisinden bir şey söyleyecek olmuş, ‘İspanya Kralıyım. Şimdi çeneni kapat!’ diye cevap vermiş. Huzurda bulunan bütün devlet başkanları ceketlerini ilikleyip ayakta alkışlamış. Sanki iki asır evvelki teba gibi…Bazen tek bir kişinin karizması kurumun önüne geçebilir. Kurum miadını doldurmuş olsa da….BB

Expand full comment
2 more comments...

No posts