Atanız İttihatçı mıydı?
MK'in kurduğu rejim İttihat ve Terakki vizyonunun, fikriyatının, teşkilatının ve kadrolarının kemalidir.
Geçenlerde biri sormuş: “Mustafa Kemal ne kadar İttihatçıydı? İttihatçılar ile bağı neydi? Büyük fikir ayrılıkları olduğu hep söylenen bir şey, doğru mudur?”
Cevap yazdım.
1878 harbinden sonra Osm. yönetici seçkinlerinin tek meselesi Devlet'in bekasının teminidir. Devlet, yani imperium.
İki ana akımdan biri bunun gayritürk ve gayrimüslim anasırı yatıştırarak, taviz vererek mümkün olduğuna inanıyordu. Bunlar Tanzimatçılardır.
Diğer akım ise ancak gayritürk ve gayrimüslim anasırı ezerek sonuç alınacağına inanıyordu. Bu yol kaçınılmaz olarak devletin küçülmesine yol açacaktı. Ezemediğini gözden çıkarman gerekir. O yüzden ikinci yol yandaşları hedef küçülterek önce 'İslamcı' sonra -- işin gayrimüslimleri ezmekle bitmediğini idrak edince -- 'Türkçü' oldular.
Her iki akım 'Terakki' taraftarıydı. Yani Avrupaileşme, modernleşme, kalkınma, reform. Aksini savunan kimse yoktu. Ya da eğer varsa kör taşrada, sesi duyulmayacak yerlerdeydi.
İlk akım ister istemez yerel güç odaklarına, kökleşmiş sosyal yapılara -- Arnavut ve Boşnak beylerine, Ermeni kilisesine, Kürt aşiretlerine -- taviz vermeyi gerektiriyordu. Yani 'terakki' ile çelişmekteydi. İkincisi ise sınırsız radikalliğe, toplum mühendisliği hülyalarına açıktı. Bu yüzden Tanzimatçı görüş hızla zemin kaybetti, ittihatçılık ile terakkicilik birleşti. Terakki (yani Modernlik) ile Türkçülük bir nefeste anılmaya başladı.
1891'den sonra radikalleşen Ermeni hareketi, yatışmayan Girit isyanı, 1903 Makedonya isyanı, daha sonra Arnavut isyanı Tanzimatçı yolun 1878-sonrası koşullarda çıkmaz yol olduğunu gösterdi.
Radikal bir Tanzimatçı olarak işe koyulan Abdülhamit'in adım adım dönmesi Devlet bürokrasisinin topyekün ikinci yola kaydığının göstergesidir. 1908'de iktidara gelenler de, bir tür Abdülhamit parodisi gibi, önce Tanzimatçı kafa karışıklığı ile başlayıp bir iki yıla kalmadan Türkçülüğe evrildiler.
1919'a gelindiğinde Osmanlı yönetici seçkinleri arasında Tanzimatçı kalmamıştır. Kalanlar Tanzimatçılığın karikatürü olan Damat Ferit ile onun peşindeki Avrupa hayranı birkaç liberal gençtir. Onlardan başka herkes İttihat ve Terakkicidir. MK ve etrafındakiler buna dahildir.
1921'den sonra MK'in önce Envercileri, peşinden Dünya Harbi yenilgisinde payı olan, savaş kabinelerinin yolsuzluk ve cinayetlerine karışan İ-T üst kadrolarını temizlemesi bu gerçeği değiştirmez. Cavit, Vasıf, Adıvar, hatta Rauf ve Karabekir "asıl" İttihatçının kendileri olduğunu ileri sürebilirler. İşin gerçeği, en üst kadrodaki bir avuç isim dışında teşkilatın tümünün firesiz MK'e kaymış olduğudur. 1925-26'ya dek teşkilat kadrolarınca kuşku ve güvensizlikle karşılanan MK'in bu tarihten sonra Osmanlı, pardon Türk, yönetici elitlerince oy birliği ile benimsenmesi de bu dönüşümün ifadesidir.
Özetle MK'in kurduğu rejim İ-T vizyonunun, fikriyatının, teşkilatının ve kadrolarının kemal halidir. Tepedeki sınırlı bir ekip, 1913-1918 (veya 1925) arası suçlarından ötürü yılan kabuğu gibi atılmış ve yola devam edilmiştir.
Bu yazıya bir iki değerli yanıt geldi. Yeniden yazma gereği duydum.
İttihatçılık sadece veya öncelikle bir teşkilat değildir. Bütün bir yönetici sınıfı büyük bir hız ve yoğunlukla etkisi altına alan bir siyasi akım, bir ulusal ideolojidir.
Bu ideolojinin belirleyici unsuru 'Terakki' (yani modernleşme) değildir, çünkü o tarihte herkes terakkicidir; Tanzimatçılar da terakkicidir, Sosyalistler en beter terakkicidir. 'Halkçılık' da değildir; çünkü Halkçılık ancak 1921-1924 aralığında Bolşevik Rusya'dan esen rüzgarlar doğrultusunda laf düzeyinde benimsenir görünen bir slogandır.
Belirleyici unsur 'Türkçülüktür'. Bir paradokstur. Çünkü imperium'u korumak için imperium'u küçültme fikrine dayanır. Gayrimüslim ve gayritürk anasır temizlenmeli, tümü 'Türklük' fikrine bağlı tebaadan oluşan daha küçük fakat daha sağlam bir devlet inşa edilmelidir. Rum kovulmalı, Ermeni kovulamıyorsa imha edilmeli, Arap terk edilmeli, Çerkes ile Gürcü, Boşnak ile Laz Türklüğe kazanılmalı, Kürt boyun eğmiyorsa ezilmeli, buna karşı Balkanlardan nüfus ithal edilerek Türk unsuru güçlendirilmelidir.
MK ve arkadaşları elbette teşkilat anlamında DA İttihatçıdır. Sonradan teşkilatı dönemin ihtiyaçlarına göre revize etmiş olmaları bu gerçeği değiştirmez. Kaldı ki MK'i 1917-1919 sürecinde hangi teşkilatın ne şekilde Milli mücadelenin liderlik makamına seçtiği de yeterince aydınlatılmış bir konu değildir.
Daha önemlisi MK rejiminin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde İttihatçı ideolojinin, İttihatçı projenin doruğu ve kemali olduğu gerçeğidir (apotheosis diyecektim ama kim anlar?). Yeni rejimin özü, pek yüzeysel kalmış birtakım ‘terakki’ hamleleri değildir. Zamanın icabına göre söylenmiş birtakım ‘Halkçı’ sloganlar hiç değildir. Rum nüfusun zorunlu göçüdür. Ermeni kırımından arta kalanların temizlenmesidir. Tüm yer adlarının değiştirilerek ülkenin geçmişinin Türkleştirilmesidir. 1924'ten 1938'e ve 1960’tan 1980’lere aralıksız süren Kürt katliamlarıdır.
Cumhuriyet, 1878 krizini atlatamayan Osmanlı/Türk yönetici seçkinlerinin o travmayı kalıcılaştırmalarının adıdır. 1980'lerde ve 2000'lerin başında sanki atlatabilecekler gibi göründü ama kısa zamanda bunun hayal olduğu anlaşıldı.
"Apotheosis" ne demek diye yapay zekaya sordum şu komik cevabı üretti:
Apotheosis refers to the process of being elevated to the status of a deity or god.
In the context of Sevan Nişanyan's article "Atanız İttihatçı mıydı?" it likely refers to the elevation of the author's grandfather to the status of a hero or idealized figure.
The article explores the political beliefs and affiliations of the author's grandfather, who was a member of the Ittihat ve Terakki party in Turkey.
:-D
Acaba bu tüm ırkçılığın kökü Türk milletinin sahip olduğu yarı şizofrenik yarı paranoyak bir "Eğer azınlıklara hak verirsek, bizden kopup kurtulurlar! Osmanlı'ya bak; Tanzimat yayınladılar, Islahat yayınladılar, yetmedi, Meşrutiyet ilan ettiler ama azınlıklar yine de hak talep edip bizi kovdular!" cümlesiyle özetlenebilecek, aslında olmamış bir tarihi travmadan doğmuş olabilir mi hocam?