Cumhuriyet ne değildir
İnsanlar cumhuriyet rejiminde monarşilerden daha az kul değildir; sadece kulluğun objesi değişmiştir.
Cumhuriyet, devlet başkanlığı makamının bir hanedana tahsis edilmemesi demektir. Başkaca pratik bir anlamı yoktur. Devlet başkanlığı makamı ortadan kalkmaz; yerine “halk” vb. gibi soyut bir heyet geçmez. Devlet başkanının yetki ve güçlerinin eskiye oranla azalması gibi bir sonuç doğurması da şart değildir. Aksine, örneklerin pek çoğunda devlet başkanının yetki ve güçleri cumhuriyetle beraber artmıştır. Bkz. Lenin-Stalin, Hitler, Atatürk, Mao, Humeyni, Kaddafi vb.
Monarşilerde halkın ve yönetici kadroların büyük bir bölümü hükümdara abartılı sadakat, biat, kulluk vb. ifadeleriyle bağlılık arzederler. Bu nedenle, monarşinin bir tür kulluk/kölelik düzeni olduğu fikri bazılarınca savunulmuştur. Oysa birçok cumhuriyette de devlet başkanına tıpkı monarşilerde olduğu gibi abartılı biat ifadeleriyle bağlılık arzedilir. Devlet başkanının çok güçlü olmadığı cumhuriyetlerde ise, aynı bağlılık ve tapınma duyguları soyut bir varlık olarak düşünülen Devlet’e ve onun simgelerine yöneltilir. Kulluk/kölelik eğilimi açısından, ikisi arasında pratikte herhangi bir fark yoktur. İnsanlar cumhuriyet rejiminde monarşilerden daha az kul değildir; sadece kulluğun objesi değişmiştir.
Cumhuriyetlerde egemenliğin “halk” adı verilen soyut topluluğa geçtiği iddia edilmiştir. Rousseau’nun insanlığa armağan ettiği bu fantezi, özellikle I. Dünya Savaşı’nı izleyen devrimler döneminde, cumhuriyet fikrinin kazandığı cazibenin başlıca kaynağı olmuştur. Oysa cumhuriyet rejiminde farklı olan tek şey, egemenlik makamına prensip olarak halktan herhangi birinin gelebilmesidir. Egemenlik “halka” değil, halktan çıkan birine – veya bir zümreye, kadroya, partiye – geçmiştir. “Halk” ile egemen arasındaki ilişkide değişen bir şey (genellikle) yoktur.
Yirminci yüzyılda cumhuriyet rejimlerinin rağbet kazanmasına paralel olarak, hemen her toplumda yukarıya hareketlilik (upward mobility) trendinde artış olmuştur. Okuryazarlık, şehirlilik, meslek sahipliği oranları dramatik olarak artmıştır. Ancak bu gelişmenin cumhuriyet rejiminin varlığı veya yokluğuyla bir ilgisi yoktur. Aynı trendler, cumhuriyet olsun monarşi olsun, tüm ülkelerde görülmüştür. Esasen Devletin görev alanlarının tarihte benzeri görülmemiş oranda genişlemesiyle, ekonominin büyümesiyle, ulaşım ve iletişim imkanlarının artmasıyla ilgilidir. Monarşik rejimi koruyan İspanya, Japonya, Tayland, Fas, Ürdün, Suudi Arabistan, Nepal gibi ülkelerin, 1967’ye dek monarşi ile yönetilen Yunanistan’ın, 1978’e dek monarşi olan İran’ın mobilite artışı ile cumhuriyetle yönetilen ülkelerinki arasında anlamlı bir korelasyon kurulamaz.
Bu söylediklerimden, cumhuriyetin kötü bir yönetim şekli olduğu sonucu çıkmaz. Türkiye’nin veya başka ülkelerin cumhuriyetten vazgeçmesi gerektiği sonucu da çıkmaz. Ancak cumhuriyet rejimini yüceltmeyi amaçlayan bazı yaygın argümanların geçersiz olduğu sonucu çıkar.
Daha iyisi icat edilene kadar en iyisi Cumhuriyet' tir. Varsa daha iyisi için öneriniz, alalım lütfen
Devletin görev alanlarının tarihte benzeri görülmemiş oranda genişlemesinin sebepleri nelerdir?
Rousseau ve Montesquieu'nun eserlerini yazdığı 1700'lerin ilk yarısında Fransa nüfusu yaklaşık 20 milyon iken, devlet bürokrasisinde çalışan 20 bin memur, toplam nüfusun binde birine (%0.1) denk geliyordu. 2020 yılında Fransa'nın nüfusu 65 milyon olup, 8 milyon kamu çalışanı nüfusun %12'sini teşkil ediyordu (GSMH'de kamu harcamaları %60). Fransa'da devletin ülke içindeki ekonomik gücü 300 yılda 100 kat arttı. Kaynak: https://www.gisreportsonline.com/r/french-bureaucracy/
Esasen 19.yy’dan itibaren devletlerin ülke içindeki ekonomik gücü artmaya başladı.
1900'lerin başında, erken endüstrileşen ülkelerde GSMH içindeki kamu harcamasının payı oldukça düşüktü, örneğin ABD’de bu oran %2 seviyesindeydi. Bu düşük kamu harcaması seviyeleri, hükümetlerin düzeni korumak ve mülkiyet haklarını garantilemek gibi temel işlevlerini yerine getirmesi için yeterliydi.
İki dünya savaşında, özellikle savaşa katılan ülkelerin savunma giderleri nedeniyle kamu harcamaları inişli çıkışlıydı. Savaş sonrasında oluşturulan yeni dünya düzeninde (1945'ten 1980'e kadar) erken endüstrileşen ülkelerde kamu harcamaları hızla arttı: bir yandan daha sistematik toplanan vergi gelirleri, diğer yandan yükselen sosyal güvenlik giderleri bunun sebebiydi.
1980’den itibaren ABD ve İngiltere’nin öncülüğünde neoliberalizm akımı ekolojinin ve insan doğasının zararı pahasına her türlü değeri finansallaştırarak serbest piyasayı güçlendirmeye ve devlet gücünü sınırlamaya başladı.
2000’lere gelindiğinde bir çok ülkede GSMH içindeki kamu harcamalarının %50 seviyelerinde seyrettiğini görüyoruz. GSMH bu dönemde önemli ölçüde arttığından, bu oranlardan ziyade mutlak artış çok daha fazladır.
Özetle, bir çok ülkede devletin ülke içindeki iktisadi gücü devasa boyutlara ulaştı. Bu durum sadece nüfus artışıyla, ekonominin büyümesiyle, ulaşım ve iletişim imkanlarının artmasıyla açıklanabilir mi? Denetim araçlarının rolü nedir?