Domuzlu yazı
Bireyin ahlaki özerkliği fikri, devletlerin sınırsız tecavüz hırsının önündeki son ve cılız settir. Bir kez yıkılınca tecavüzün nerede duracağı kestirilemez.
İçinde neler var bilmiyorum. Ama bu sorun değil. Burun damlasında ne var onu da bilmiyorum. Burger King’de, Marlboro’da neler var onu da bilmiyorum. Risktir; hayatta risk alınır.
Üreten ve pazarlayanlara güvenim yok. Bu da çok sorun değil. Marlboro’yu ve Burger King’i üretenlere de güvenim yok. Risk büyük olsa haberim olurdu diye düşünüyorum. Hayat küçük riskleri dert etmeye değmeyecek kadar kısa.
Hastalıktan korktuğu için yaptıranlara bir itirazım yok. En doğal haklarıdır. 65 yaş altında iyileşme oranı %99,8 dolayında olan bir hastalıktan korkanları ciddiye almak zor gerçi. Ama devletlerin ve medyanın gözü dönmüş bir coşkuyla pompaladığı korku ikliminden etkilenmemelerini beklemek gerçekçi değil.
Sevdiğiniz insanları ikna etmeye çalışmanızı anlayışla karşılarım. İnsan kendi riskini önemsemese dahi bazen yakınlarının riskini gözünde büyütür. Onları çoğu zaman bıktırma pahasına tehlikeden korumaya çalışır.
‘Bizi de tehlikeye atıyorlar’ argümanı safsatadır. Siz korunmuşsanız başkasının korunmamasından size ne? ‘Mütasyon’ konusunda kulağınıza gelenler ise akılla bağını tümden koparmış bir panik söylemidir. Etrafınızda milyarlarca virüs türü var. Tüm virüsler sürekli evrilir. Hangisinin ne yönde evrileceğine dair bilgimiz var mı?
Başkalarının kendi hayatlarına dair hangi riskleri alacağı sizi ilgilendirmez. Tabipleri ilgilendirmez. Devleti hiç ilgilendirmez. Risk alma özgürlüğü, bireysel özerkliğin temelidir. İnsan onurunun, ahlaki sorumluluk fikrinin ana dayanağıdır. Ortadan kalkması, en kötü salgından daha ölümcül bir tehlikedir.
Bireyin ahlaki özerkliği fikri, devletlerin sınırsız tecavüz hırsının önündeki son ve cılız settir. Bir kez yıkılınca tecavüzün nerede duracağı kestirilemez. Bugün sağlık, yarın ruh sağlığı, öbür gün fikir sağlığı veya gen sağlığı. ‘Halkın iyiliği için’ zorunlu sağlık müdahalesinden ‘halkın iyiliği için’ bazı insan gruplarını mahkum ve hatta imha etmeye giden yol çok kısadır.
Tavrınızın altında yatan sınıfsal içgüdüyü de göz ardı etmeyin derim. İlk günden beri salgın cepheleşmesi tüm dünyada sınıfsal bir temele oturdu. Kurallara harfiyen uymayı savunanlar genellikle kuralları koyanlardır, ya da kuralları koyanlara kalben yakın hissedenler. Korktukları şey hastalığın kendisinden çok, ötekilerin ‘cahilliği’ ve kural tanımazlığı nedeniyle pisi pisine hastalanmaktır. Ötekiler: yani kuralları anlamayanlar, camileri dolduranlar, devletin iğnesini dost değil düşman görmeye koşullanmış olanlar, ayak takımı. Pisler.
Sınıfsal nefretinizin (veya korkunuzun) sizi kimlerle yatağa girmeye sevk ettiğini göremiyor musunuz gerçekten?
Özgürlüğünüzün son kırıntılarını elinizden almaya kararlı olanlarla aynı safta durmanız size yakışmıyor. İçgüdüleriyle onlara tepki verenleri aşağılayıp düşman saymanız ise domuzluğun ta kendisidir, nasıl farkına varmazsınız?
Konu hakkında en basit soruları soran ve açık seçik olan çelişkileri ortaya koyan ve normalde kendileri ile her konuda taban tabana zıt olduğum islamcilarla beni aynı safta buluşturan ey hayat ben sana ne diyeyim. Alparslan Kuytul’a veya Abdurrahman Dilipak’a bir konuda hak vermek çok ağırıma gitti ama yaptım valla. Kader utansın :)
Aşı karşıtlarına duyulan antipatinin kökenine indiğimizde aslında üzerine biyopolitikanın inşa edildiği temel problemle karşılaşırız; bir insanın kendi bedeni üzerindeki tahakkümü toplumun "genel çıkarlarına" hizmet etmiyorsa, bireyin kendi bedenine istediğini yapma özgürlüğü mü yoksa toplumun çıkarları mı feda edilmelidir. Bu greater good fetişi bir yere kadar anlamlandırılabilir; insanlar yakınlarını toprağa verirken, bir takım bürokrat ve devlet adamının işgüzarca aldığı karantina önlemleri kitlenin psikolojisini alt üst etmişken, bütün gündelik hazlar ve zevkler içgüdüsel bir sağ kalma feveranına feda ediliyorken vaka/ölü cetvelinin rutinleşmiş şekilde televizyon ekranlarından duyurulduğu paranoya ortamında paniğin üretilmesinden daha kaçınılmaz bir durum olmamalı, covid insanları sadece ölümle birbirinden ayırmıyor; yasaklarla, mesafelerle, kurallarla ve (daha önemlisi) propagandayla da ayırıyor. Bu psikozun içinde bir an önce eski hayatlarına dönebilme ihtimalinin doğacağı günlerin sabırsızlığıyla insanlara, aşı olmayan "ötekilerin" topluma karşı bir ihanet, hatta bir çeşit insanlık suçu içerisinde olduğunu düşünmeleri doğal geliyor. Ancak böyle düşünen insanların unuttuğu, toplum refahı öncelikle bireyin özgürlüğü üzerinden tanımlanır. Tarih bireyin özerkliği olmadan müreffeh bir toplum inşa etme deneylerinin hep felaketle sonuçlandığına tanıklık etmiştir; "geçici bir güvenlik için temel bir özgürlüğünü feda edenler ne özgürlüğü ne de güvenliği hak ederler."
Ancak bu yazınızda ıskaladığınız bir konu var; aşı karşıtlarına doğan kızgınlığın kökeninde yalnızca bu insanların aşı yaptırmak istememeleri, bunun yüzünden toplum sağlığını sorumsuzca tehlikeye attıklarını düşünmeleri yatmıyor. Türkiye'de sesi yüksek çıkan aşı karşıtlarının profillerine dikkat edin; bu insanlara daha önce dünya düz mü küre mi diye tartışırken, dünyayı üç beş yahudinin yönettiğini iddia ederken, "küreselcilerin" economist ve time dergisinin kapaklarına gizledikleri "gizli mesajları" gnostik bir edayla deşifre ederken, pop müzik kliplerinde şarkıcı tek gözünü kapattı, parmaklarıyla üçgen yaptı diye komplo terelellileri üretirken denk gelmişken, bir de ağızlarına "PLANDEMİ" lafzı sakız olduğunda ister istemez "ulan burada da mı siz?" bıkkınlığı oluşuyor. Komplo teorilerinin alıcısı kadar pazarlayıcısı da var, bugün popüler olan aşı karşıtlığı diye bokun üzerindeki sinekler gibi ekranlarda vızıldıyorlar ve hükümete yakınlığı besbelli televizyon kanalları da bu insanlara alan açıyor. Bence bu insanlara karşıt tavrı "sınıfsal nefret" diye kestirip atmak kolaya kaçmak gibi geliyor. Evet, aşı karşıtlarının sözcüleri küçük istisnalar dışında genellikle izleyicilerini devletin güvenlikçi politikalarına ve beka probleminin olduğuna ikna etmeye çalışırken, taşkafalı islamizm söylemi sahiplenirken görmemiz ilk bakışta bir sınıfsal uçurum tahayyülü oluşturuyor fakat bilinçaltında bu insanların bireysel özgürlük kılıfında bilimi inkar etmelerine ve saçmalık düzeyinde komplo teorilerini pazarlamalarına duyulan bir kuşku, belki de nefret mevcut.
Esasında tartışılması gereken, kamusal söylemin sözcülerinin -sizin dışınızda- aşı kampanyaları karşıtı bir söylem üretememesi; fikir dünyamıza çöken mutlak dikotomi burada da mevcut, yüksek sesle yalnızca komplocu aşı karşıtları vs götünden korkan kapanma savunucularının tartışmasını duyabiliyoruz. Bu söylem de tıpkı kemalist değilse Türk düşmanıdır, müslüman değilse ahlaksızdır, Kürtlere yapılan zulümle empati kurabiliyorsa PKK'lıdır, mülteci düşmanlığı yapmıyorsa kökü dışarıda vatan hainidir, feminist mitolojiye inanmıyorsa kadın düşmanı faşisttir gibi safsataları üreten makineden çıkıyor. Hadi biz bu çölün içinde yıllardır yaşıyoruz, artık şerbetliyiz, derimiz kalın alıştık; ancak bugüne kadar ilerici söylemlerin çoğunu üretebilmiş "modern" batı dünyası da bu fikirsel lağımın içinde debeleniyor, üzücü...