Discussion about this post

User's avatar
Mahmutoca's avatar

Konu hakkında en basit soruları soran ve açık seçik olan çelişkileri ortaya koyan ve normalde kendileri ile her konuda taban tabana zıt olduğum islamcilarla beni aynı safta buluşturan ey hayat ben sana ne diyeyim. Alparslan Kuytul’a veya Abdurrahman Dilipak’a bir konuda hak vermek çok ağırıma gitti ama yaptım valla. Kader utansın :)

Expand full comment
karaphillip's avatar

Aşı karşıtlarına duyulan antipatinin kökenine indiğimizde aslında üzerine biyopolitikanın inşa edildiği temel problemle karşılaşırız; bir insanın kendi bedeni üzerindeki tahakkümü toplumun "genel çıkarlarına" hizmet etmiyorsa, bireyin kendi bedenine istediğini yapma özgürlüğü mü yoksa toplumun çıkarları mı feda edilmelidir. Bu greater good fetişi bir yere kadar anlamlandırılabilir; insanlar yakınlarını toprağa verirken, bir takım bürokrat ve devlet adamının işgüzarca aldığı karantina önlemleri kitlenin psikolojisini alt üst etmişken, bütün gündelik hazlar ve zevkler içgüdüsel bir sağ kalma feveranına feda ediliyorken vaka/ölü cetvelinin rutinleşmiş şekilde televizyon ekranlarından duyurulduğu paranoya ortamında paniğin üretilmesinden daha kaçınılmaz bir durum olmamalı, covid insanları sadece ölümle birbirinden ayırmıyor; yasaklarla, mesafelerle, kurallarla ve (daha önemlisi) propagandayla da ayırıyor. Bu psikozun içinde bir an önce eski hayatlarına dönebilme ihtimalinin doğacağı günlerin sabırsızlığıyla insanlara, aşı olmayan "ötekilerin" topluma karşı bir ihanet, hatta bir çeşit insanlık suçu içerisinde olduğunu düşünmeleri doğal geliyor. Ancak böyle düşünen insanların unuttuğu, toplum refahı öncelikle bireyin özgürlüğü üzerinden tanımlanır. Tarih bireyin özerkliği olmadan müreffeh bir toplum inşa etme deneylerinin hep felaketle sonuçlandığına tanıklık etmiştir; "geçici bir güvenlik için temel bir özgürlüğünü feda edenler ne özgürlüğü ne de güvenliği hak ederler."

Ancak bu yazınızda ıskaladığınız bir konu var; aşı karşıtlarına doğan kızgınlığın kökeninde yalnızca bu insanların aşı yaptırmak istememeleri, bunun yüzünden toplum sağlığını sorumsuzca tehlikeye attıklarını düşünmeleri yatmıyor. Türkiye'de sesi yüksek çıkan aşı karşıtlarının profillerine dikkat edin; bu insanlara daha önce dünya düz mü küre mi diye tartışırken, dünyayı üç beş yahudinin yönettiğini iddia ederken, "küreselcilerin" economist ve time dergisinin kapaklarına gizledikleri "gizli mesajları" gnostik bir edayla deşifre ederken, pop müzik kliplerinde şarkıcı tek gözünü kapattı, parmaklarıyla üçgen yaptı diye komplo terelellileri üretirken denk gelmişken, bir de ağızlarına "PLANDEMİ" lafzı sakız olduğunda ister istemez "ulan burada da mı siz?" bıkkınlığı oluşuyor. Komplo teorilerinin alıcısı kadar pazarlayıcısı da var, bugün popüler olan aşı karşıtlığı diye bokun üzerindeki sinekler gibi ekranlarda vızıldıyorlar ve hükümete yakınlığı besbelli televizyon kanalları da bu insanlara alan açıyor. Bence bu insanlara karşıt tavrı "sınıfsal nefret" diye kestirip atmak kolaya kaçmak gibi geliyor. Evet, aşı karşıtlarının sözcüleri küçük istisnalar dışında genellikle izleyicilerini devletin güvenlikçi politikalarına ve beka probleminin olduğuna ikna etmeye çalışırken, taşkafalı islamizm söylemi sahiplenirken görmemiz ilk bakışta bir sınıfsal uçurum tahayyülü oluşturuyor fakat bilinçaltında bu insanların bireysel özgürlük kılıfında bilimi inkar etmelerine ve saçmalık düzeyinde komplo teorilerini pazarlamalarına duyulan bir kuşku, belki de nefret mevcut.

Esasında tartışılması gereken, kamusal söylemin sözcülerinin -sizin dışınızda- aşı kampanyaları karşıtı bir söylem üretememesi; fikir dünyamıza çöken mutlak dikotomi burada da mevcut, yüksek sesle yalnızca komplocu aşı karşıtları vs götünden korkan kapanma savunucularının tartışmasını duyabiliyoruz. Bu söylem de tıpkı kemalist değilse Türk düşmanıdır, müslüman değilse ahlaksızdır, Kürtlere yapılan zulümle empati kurabiliyorsa PKK'lıdır, mülteci düşmanlığı yapmıyorsa kökü dışarıda vatan hainidir, feminist mitolojiye inanmıyorsa kadın düşmanı faşisttir gibi safsataları üreten makineden çıkıyor. Hadi biz bu çölün içinde yıllardır yaşıyoruz, artık şerbetliyiz, derimiz kalın alıştık; ancak bugüne kadar ilerici söylemlerin çoğunu üretebilmiş "modern" batı dünyası da bu fikirsel lağımın içinde debeleniyor, üzücü...

Expand full comment
20 more comments...

No posts