Kapitalist, kapitalizm - III
Kapitalizm refah üretir mi? Yoksa asıl problem kapitalizmi kısıtlayan devlet mi?
Üçüncü ve son bölüm.
Milattan önce 500 dolayında devlet garantili paranın icadından bu yana her toplumda başkalarından daha girişken, daha gözüpek, daha kurnaz, daha karizmatik insanların bir bölümü para istifleme sevdasına kapıldılar. Bu sevdada anlaşılmayacak bir şey yoktur. Çünkü para güçtür ve çoğu zaman silahtan veya ikna yeteneğinden daha etkili bir güçtür.
Servet serveti doğurur; sahibine daha çok servet edinme gücü verir. Dolayısıyla servet edinme güdüsü bir süre sonra servet edinmekten başka hiçbir amacı ve ahlaki perspektifi olmayan bir tutkuya dönüşebilir. Bu tutku bir tür ruh hastalığıdır. Yaşama anlam ve değer katan her şeye sırtını dönüp, kendinden başka referansı olmayan bir uğraşa saplanma anlamına gelir. Neden para kazanmak istiyorsun? Daha çok kazanabilmek için! Edebiyat ve ahlak felsefesi bu hastalığa kapılanlardan acı bir dille söz eder – bkz. Shylock, Harpagon, Fagin.
Bu tutkuyu kamu gücüyle önlemeye çalışmak beyhude çabadır. Sovyet deneyinde görüldüğü üzere, zararı olası faydasından daha büyüktür. İlk önce özgürlükleri öldürür; bireyin topluma kafa tutup kendi özel sahasını açma imkanını yok eder. Girişken, gözüpek ve kurnaz bireylerin çoklarının toplumdan dışlanması sonucunu doğurur. Topluma şu ya da bu şekilde yararlı olabilecek sermaye birikimlerinin ortaya çıkmasını engeller. Yani beyhude olmaktan öte zararlıdır da. Bunda tereddüdümüz yok.
*
Parayı tanıyan her toplumda servet, az veya çok, siyasi güce tahvil edilir. Bunda da anlaşılmayacak bir şey yok. Para güçtür. Parayla kol ve silah gücü satın alınabilir. Parayla alkışçı satın alınabilir. Akıl ve deneyim satın alınabilir. En önemlisi, kamu efkârı satın alınabilir. Her ülkede ve her çağda medya ve akademyanın servet sahiplerine övgü düzenlerle dolu olması tesadüf müdür sizce?
Önlenebilir mi? Cevabı belli, önlenemez. Önlenmeli midir? Onu da sanmıyorum. Başarının elbette ödülü olması gerekir, aksi halde toplum pısırık ve tembel olur. Ayrıca servet biriktirmek gibi zor ve netameli bir uğraşta başarı kazanmış birinin toplum yönetimine ilişkin bilgi ve deneyiminin evinde oturan Ayşe Teyze’den bir miktar daha fazla olduğu varsayılabilir.
O halde burada da bir sorunumuz yok.
*
Sorun derece meselesidir.
Servet birikimi hangi noktadan sonra toplumdaki güç dengelerini altüst eden bir düzeye ulaşır, karşı konulması imkansız bir keyfilik ve zorbalık yoluna girer?
Servet sahiplerinin siyasi güce el atması hangi noktadan sonra toplumdaki diğer kesimlerin hak ve çıkarlarının yok sayılması sonucunu doğurur?
Para kazanma hırsının yüceltilmesi hangi noktadan sonra bireysel bir psikopatoloji olmaktan çıkıp toplumsal cinnete dönüşür, insan toplumlarını medeni ve yaşanılır kılan değerlerin tümünü yerle bir eden bir afet haline gelir?
Kanımca bugün, 21. yüzyılda, yalnız Batı toplumlarında değil onlardan az veya çok etkilenmiş olan ülkelerin tümünde sorulması gereken esas sorular bunlardır. İslammış, sosyalizmin yanlışlarıymış, falanca alt grubun küçük dertleriymiş, onlar tali konular.
*
Deniyor ki sorun kapitalizm değil modern devletin bürokratik yapısıdır. Kurtar kapitalizmi devletin tahakkümünden ortalık çiçek olsun.
Bu görüş Adam Smith’in teorisinin karikatürleştirilmiş halidir. Smith zamanında sınırlı da olsa bir anlamı vardır. Çünkü o çağda devlet henüz kapitalistlerin hizmetkarı değildir; ideolojisi onların ideolojisi değildir; değerleri onların değerleri değildir. Kapitalistler kapıya dayanıp hak talep edenlerdir. Bugün ise kapitalin mutlak iktidarını kısıtlayacak bir sınıf veya zümre ufukta görünmüyor. Devletlerin bugün yegane varlık sebebi, yegane yönlendirici düşüncesi, sermayenin sınırsız büyümesinin önündeki engelleri kaldırmaktan ibarettir.
Tarihte bugünküne benzer büyük servet birikimleri ancak silahlı güçle korunabilmiştir. Eski zaman zenginlerinin hendekle çevrili kaleleri ve silahlı muhafızları olurdu. Bugün ise – şimdilik – bunlara gerek yoktur, çünkü serveti silahla koruma işi devletin profesyonel kadrolarına aktarılmıştır. Serveti koruma maliyeti servet sahiplerinden sırtından alınıp kamuya, yani halka, halktan toplanan vergilere ve halka yüklenen borçlara transfer edilmiştir. Şapka çıkaracak bir hamledir. Bir taşla iki kuş: hem korundun, hem faturayı başkasına ciro ettin.
Polis devletinin örgütlü ve acımasız gücü olmadan bugünkü sermaye düzeninin bir gün dahi ayakta kalabileceğine inanmak, ileri derecede naif bir bakış açısına işaret eder.
*
Deniyor ki sakıncaları ne olursa olsun kapitalizm, en azından, üretkendir. Bereket ve refah getirir. Piyasalardaki mal bolluğuna bak. Kuzey Kore ile Güney Kore’ye, Batı Almanya ile Doğu Almanya’ya bak. Hangisini seçersin?
Ben şahsen Güney Kore ile eski Batı Almanya’yı seçerdim. Ama komünist ütopyanın sapık bir deney olduğunu daha önceden belirttik, o yüzden bu tercihte şaşırtıcı bir şey yok. Komünist deneyin alternatifi kamu menfaati fikrini yele savurmak ve parası olanın dilediğince ülke yönetmesine izin vermek midir, onu tartışıyoruz. Sonuçta maksat refahsa Harunürreşit’in Bağdat’ı, Cengiz Han’ın torunlarının Pekin’i, Alaattin Keykubat’ın Konya’sı, Azteklerin Tenochtitlan’ı da deli gibi müreffeh yerler imiş. Ayrıca Güney Kore ile Batı Almanya’yı zengin eden kapitalizm midir yoksa dünyanın egemen askeri blokuna sırtını vermek midir, Küba’yı sefil eden sosyalizm midir elli senelik Amerikan ambargosu mudur, onlar da siyah beyaz konular değil.
Ama asıl mesele bu değil. Tarihin bazı dönemlerinde kapitalist işletme mantığının üretkenliğin artmasına hizmet ettiği bir gerçektir. Sonuçta üretkenlik artışı kâr demektir, maksadı kâr olan biri de üretkenlik artışına hayır demez. Ancak unutmayalım ki asli motivasyon üretmek değildir, para kazanmaktır. Para kazanmanın daha verimli yolları varsa sermaye üretmeyi bırakır onlara yönelir.
Mesela Hindistan mihracelerini veya İspanyol kalyonlarını yağmalamak cazip kazanç fırsatları sunuyorsa üretime değil o işlere yatırım yapar.
Devlet alımlarında rüşvet karşılığı büyük vurgun vurma imkanı varsa, neden Adam Smith’in saftirik sanayicisi gibi toplu iğne üretimini rasyonalize etmeye uğraşsın? Kolay yola gider.
Devlet güdümündeki bankalar karşılıksız para basıyor ve sınırsız kredi üretiyorsa elini neden taşın altına koysun? Parasını ranta yatırıp gider Bahamalarda tatil yapar.
Askeri kumandanlar yönetimi gaspedip sınırsız kamu kaynağına el koymuşsa neden kamu yararını dert edinsin? Asker dediğinin kafası çalışmaz, “teknolojinin son harikası bunlar” diyerek onlara maliyetinin yüz katına kırmızı başlıklı füze ve sanal oyun konsolu satar, üstüne “üretkenliği yüz kat artırdım” diye öğünme fırsatı bulur.
Medikal kartel toplumu korku manyağı yapmışsa “alın size çağdaş bilimin mucizesi, dertlerinizin tek çaresi” deyip panikten kudurmuş kitlelere yılan yağı pazarlar.
Kapitalizmin 1980’lerdeki Reagan ve Thatcher (ve Özal) reformlarından sonra gitgide belirginleşen çıkmazını göz ardı etmeyiniz. Adı geçen hazretlerin üçü de devleti küçültme vaadiyle geldiler, bürokraside ve emniyet kuvvetlerinde eşi görülmemiş bir şişmeye imza attılar. Çünkü apaçık görüldü ki, bu devirde sermaye egemenliğini pekiştirmek için devletin sınırsızca büyütülmesinden başka çare yoktur. Devletin sınırsızca büyümesi ise sermayeye sınırsız yeni kazanç imkanları sunar. Piyasa disiplininden bağımsız irrasyonel bir alıcı olan devlete sınırsız mal ve hizmet satma olanağı doğar. Piyasa disiplininden bağımsız olarak şişen kredi piyasalarında karşılıksız parayla zenginleşme olanağı doğar. Sonuç olarak 1980’lerden beri kamu bütçesinden sermayeye aktarılan devasa fonlara rağmen üretkenlik artmamış, sürekli düşmüştür. Milton Friedman ve şürekasının da bullshit olduğu ortaya çıkmıştır.
Sonuç?
Bu devirde komünizme, sosyalizme karşı tez üretmek ölmüş atı tekmelemektir.
Bu devirde “kapitalizm iyi devlet kötü” sloganlarından medet ummak saftirikliktir.
Kamu çıkarı, ortak fayda gibi kavramların modası geçmez, geçmemelidir. O kavramlara burun kıvırsan bile, oligarşinin çıkarı neden benim çıkarım olsun sorusunu asla akıldan çıkarmamalısın.
Kişisel servete karşı olmak başka şey, hiçbir kamusal sorumluluğu olmayan kişi ve kurumların orta boy devletleri satın alacak güce kavuşmasının hastalık olduğunu idrak etmek başka şeydir.
Sermaye tahakkümünden kurtulmanın ilk adımı devletlerin gücünü kırmak olmalıdır.
(Son)
Sevan Abi yazisinda,
- Sermaye sinifinin varligini, kapitalizmin tekelci doneminde sinirsizca azginlastigini ve ahlaki hicbir yani kalmadigini kabul ediyor.
- Devletin, hakim sinifin elinde yani sermaye sinifinin elinde bir arac oldugunu kabul ediyor.
- Devletin gucunu kirmak gerekir diyor. Oysa utangac davraniyor. Devlet cihazini paramparca etmek gerekiyor. Oyle paramparca etmeli ki kimse bu cihazi bir daha tahakkum kurmak icin kullanamasin. Karar mekanizmalari atomize edilirse, secilenler ve memurlar aninda gorevden el cektirilme tehdidi ile karsi karsiya kalirsa, kararlar oydasma ile alinirsa, kimse tahakkum kuramaz.
- Neden peki devleti paramparca edelim demiyor? Cunku sermaye sinifinin ortadan kaldirilmasina gonlu razi degil. Oysa derece meselesinde radikal olmak gerekir. Derece meselesinin radikal tutulmasi demek, demokratik komunist bir toplumu kurmakla olur. Iskandinav toplumu, tarihten gelen ozel kosullara sahiptir. Oradaki gibi her yerde dereceyi ortada bir yerlerde tutamazsiniz. Dogu'da devletin parcalanma gerekliligi bir pazarlik konusu olamaz ezilenler icin. Aninda devlet siniflari kirilmis gucunu yeniden kazanir. 2007-2011 arasi devletin gucu kirildi derken, bakin bugun devletin gucu ne konuma geldi Turkiye'de.
- Kapitalizm, teknikte ilerleyerek uretici gucleri gelistirmis, hatta bugun uretici gucleri yikma noktasina gectigini de goruyoruz. Komunizmin mumkun olacagi bir seviyeye uretici gucleri cikarmistir. Hayek'in Kolelik Yolu'ndan bir pasaj paylasayim.
" Bir tek insanın veya bir tek
Heyetin bütün vâkıaları kavramasına imkân verecek kadar
basit bir durumda, kontrol ve plâncılık kolayca ve faydalı bir
şekilde tatbik edilebilirdi. Fakat göz önünde tutulması icap
eden faktörler, hepsini bir bakışta kavramaya imkân
vermeyecek kadar çoğaldığı zaman ve asıl bu takdirde, ademi
merkeziyetçilik zarurî bir hâl alır. Fakat adem-i
merkeziyetçilik zarurî hâle gelince, koordinasyon meselesi
ortaya çıkar: Öyle bir koordinasyon ki, münferit
organizmaları, bir taraftan faaliyetlerini ancak kendilerinin
vakıf olabilecekleri vâkıalara intibak ettirmek hususunda,
diğer taraftan kendi plânlarını diğerlerininkine uydurmak
hususunda serbest bırakacaktır. Bu kadar çok sayıda ferdin
kararlarına müteallik bütün mülâhazaları hiçbir kimse şuurlu
olarak tevzi edemeyeceği içindir ki, adem-i merkeziyet zarurî
bir hâl almıştır: Şu hâlde, koordinasyonun 'şuurlu bir kontrol'
ile sağlanamayacağı aşikârdır; bu koordinasyon, olsa olsa, her
icra ajanına kendi kararlarını diğer kimselerin kararlarına iyi
bir şekilde intibak ettirebilmek için muhtaç olduğu malûmatı
ulaştıran bir tertibat sâyesinde gerçekleştirilebilir. Ve muhtelif
emtianın arz ve talebi üzerinde mütemadiyen tesir yapmakta
bulunan değişikliklerin bütün teferruatım tamamıyla bilecek;
bu bilgileri kâfi derecede süratle toplayıp yapabilecek bir
'merkez mevcut olamayacağına göre, ferdî faaliyetlerin
tesirlerini otomatik olarak kaydeden ve verdiği malûmat ferdî
kararların hem muhassalası, hem de rehberi olan bir cihaza
ihtiyaç vardır.
İşte rekabet rejiminde fiyat sisteminin yaptığı şey budur; ve
bu işi başarmayı vaadeden başka hiçbir sistem mevcut
değildir."
Karar mekanizmalarini paramparca ettigimizde, koordinasyon sorunu ile karsi karsiya kaliyoruz. Fakat planlamada o koordinasyonu yapmak mumkun degildir diyor Hayek. Bugunku teknik seviye sayesinde mumkundur. Kuantum bilgisayarlarinin cikisi yakindir. Mevcut bilgisayarlarin bir saniyede yaptigi islemin milyarca kati daha fazla islemi yapabilecektir. Makine ogrenmesi, big data analizi, seylerin interneti (mesela akilli buzdolaplarinin bir hanede neyin ne kadar tuketildigini aninda aktarmasi) ile gelinen noktada bilgi butun karar merkezlerine akar ve otomasyonla koordinasyon anlik saglanabilir. Dolayisiyla fiyatin olusmasi icin serbest rekabete artik gerek kalmayacaktir. Ustune tam otomasyonla artik, calisma diye birsey de kalmayacaktir. Tam otomasyona gecince, isci sinifi da kalmayacaktir. Emek yoksa, kapitalist karin nuvesi arti deger de olmayacaktir. Yani kapitalizm kendiliginden kalkacaktir. Zaten bugun kapitalistler buna hazirlaniyorlar. Doughnut capitalism gibi pembe hayaller mumkun degildir. Evrensel gelirin gidecegi yol, Expanse dizisindeki gibi bir yoldur, sefalet seviyesinde universal gelir. Dolayisiyla az sayida kapitalistler, epey bir kapitalisti eleye eleye sona kalip, sonrasinda kapitalizmi tam otomasyonla kaldirip, baska bir sisteme gecerken, sorun bunun karsisinda kurbanlik koyun gibi bekleyecek miyiz, yoksa radikal bir programla cikip herkesin yararina bir sistem mi kuracagiz sorunudur.
Kapitalizmin sorunu olarak kapitalizmi savunanlarla aynı şeyleri tanımlamışsınız, kapitalizmin sorun yaratmasının nedeni devletlerin çok büyük olup sınırsız birer müşteri olmalarıdır devletler küçültülürse kapitalizmin yarattığı sorunlar da çözülür. İkinci olarak bir insanın kazandığı para kendi parasıdır 180 milyar dolar da olsa onun malıdır ne isterse onu yapar. Orta boy devletler bu paralara kendilerini satıyorsa bu o devlet yöneticilerini seçen seçmenlerin suçudur. Bir insan kendi çıkarını düşünmekte özgürdür, kamunun yararını düşünmek zenginleşmenin şartı olamaz. Kamu yararı takıntısı olan insanlar kendileri zengin olup bu gücü kullanabilirler ama başkalarının parasına göz koymak ahlâksızlıktır.