Osmanlı feodal miydi?
"Bilhassa kendi kızı, kadın tabiatını aşan bir kuvvet ve cesaretle fırtına gibi düşman içine dalıp koca ordulara korku saldı."
Ğ. İnciciyan’ın 1806 basımı Aşxarhakrutyun Çorits Masants Aşxarhi (Dünyanın Dört Bucağının Coğrafyası) adlı eserinden dört pasaj. Osmanlı tarihinin az bilinen, az çalışılmış, tercihan unutulmuş bir döneminden.
MUŞ
Muş Sancağı ahalisinin ekserisi Ermeni milletindendir. Muş şehrinde Müslümanlar çoktur ancak ovadaki köylerin halkı hemen hemen bütünüyle Ermenidir. İlkbaharda Muş dağlarına çeşitli aşiretlerden göçebe Kürtler gelerek çadır kurarlar. Muş’ta ayrıca toplam 1000 hane nüfusu olan Cakvanlı ve Havuklu adlı iki Yezidi aşireti vardır. Bunlar beyin hizmetinde asker yazılmıştır. Kışları köylerde kalırlar ve hayvanlarını Ermeni köylüler bedava besler. Yazları ise dağlara çıkarlar.
Muş Beyi eski hukuka göre Bitlis Hanına tabidir. Eskiden bu han biri Muş’ta diğeri ona komşu #Çukur’da [Güroymak] olmak üzere iki mütesellim tayin eder ve bunlara ‘bey’ adı verilirdi. Ancak meşhur Alaeddin Bey çok güçlenerek, 1741 yılında, kendisi Bitlis hanını atama ve değiştirme mevkiine geldi. Zira o günlerde Bitlis’te hanlığın veraseti konusunda büyük ihtilaf ve kavga çıkmıştı. Alaeddin Bey’in 70.000 askeri ve muazzam hazinesi vardı. #Liz Kalesini [Bulanık Erentepe] ve onun aşağısında alınmaz Mercimek Kalesini [Muş Mercimekkale] yaptırarak tüm bu taraflara hükmetmeye niyetlendi. Bunun üzerine çevredeki hemen tüm beyler ve ekabir ittifak ile İstanbul’daki bab-ı hümayuna şikayette bulundular. Buna binaen Alaeddin Beyin katline ferman çıkarılarak Erzurum’da İbrahim Paşa ile Bayezid’de Mahmut Paşaya savaş emri verildi. Bunlar Malazgirt, Hınıs ve Kiğı beylerini de yanlarına alıp 1747 yılında büyük bölümü süvariden oluşan 24.000 kişilik kuvvetle Muş’a 2 saatlik mesafede #Meğraked ırmağı kıyısında toplandılar. Sonuç vermeyen birkaç ufak hücumdan sonra bir sabah bütün ordularıyla Muş şehrine saldırdılar. Alaeddin Beyin kuvvetlerinin büyük bir bölümü bu esnada padişah fermanının korkusuyla dağılmış idi. Kalanların büyük kısmı ise saldırıdan önceki gece, saldırı olacağını bilmeden, gizli yoldan şehirden çıkıp düşmanı arkadan vurma maksadıyla Kosur Dağına gitmişti. Alaeddin Bey geriye kalan 3000 kişilik kuvvetin 2000’ini hiçbir surette dışarı çıkmamalarını tembih ederek şehirde bıraktı, 1000 süvariyi dışarı çıkararak savaşa hazırlandı. Fakat şehirde kalanlar emri dinlemeyip dışarı çıkınca paşaların ordusunun ortasına düştüler. 500 kadarı kırıldı, 500’ü esir alındı. Gücünün tükendiğini gören Alaeddin Bey gece vakti şehirden kaçtı.
O zaman kentin ileri gelenleri ile kadılar orduya gitiler, söz birliğiyle suçsuzluklarını beyan ederek Alaeddin beyin zorbalığından şikayet ettiler. Erzurum ve Bayezid paşaları 25 kese fidye karşılığında şehirden esir almamaya razı oldular; ancak köyleri, buğdayı, otlakları külliyen yaktılar. Savaştan önce ve sonra toplam 25 gün orada kaldıktan sonra çekip gittiler.
Alaeddin Bey 6 ay sonra Muş’a dönüp yeniden eski sahasına hakim oldu. İki üç ay sonra bu sefer Erzurum’dan Çeteci Paşa büyük toplarla gelip Alaeddin Beyin sığınağı olan Mercimek Kalesine hücum etti. Alaeddin Bey ise kalenin eteğinde kasabayı ve orada yeni yaptırdığı konağı ateşe verip kalede muhafız olarak 70 adam bıraktı ve kendisi #Ginc [Bingöl Genç] tarafına kaçtı.
Çeteci Paşa Fırat kıyısında ordugah kurup günler boyunca kaleyi topa tuttuysa da bir sonuç alamadı. Bunun üzerine Van’dan kalekıran denilen daha büyük toplar getirtti. Kalede kalan muhafızlar ise padişah emrine karşı gelmeyi ve isyan ile kan dökülmesine sebep olmayı günah sayarak kaleyi teslim ettiler. Çeteci Paşa kaleyi inşa edenleri Muş’tan getirtip kaleyi son taşına dek söktürdü, sonra bölgeden ayrıldı. Bir yıl sonra Alaeddin Bey yeniden Muş’a döndü, bizzat ateşe verdiği konağında toprağa gömdüğü hazineyi çıkardı ve o tarihten sonra ölünceye dek rahatça hüküm sürdü. Ondan sonra oğlu Maksut Bey, daha sonra da Maksut’un oğlu olan torunu Muş beyi oldular. Padişahtan iki tuğlu paşa unvanı aldılar.
Bu sebeple Bitlis hanının Muş üzerinde egemenliği kalmadı, ve keza Van paşasının da Muş’ta gerçek bir hakimiyeti yoktur; ancak köylerin Van kuluna ödedikleri yıllık örfi vergiden dolayı Van’a tabi sayılırlar. Mutat vergiler dışında Muş halkı beye istediği zaman ve istediği miktarda salyane [olağanüstü vergi] ödemekle mükelleftir. Bağdat ve Musul’dan kahve getiren Siirt kervanları ve Muş şehrinden geçen diğer tüccarlar yüklerine göre beye damğa dedikleri gümrük vergisi öderler. Ziyaret mevsiminde #S. Garabed Manastırına [Muş’un batısında Çanlı köyü] gelen 8 ila 10 bin adak sahibinin her biri, eğer Van vilayeti dışından ya da S. Garabed teması [kilise yönetim sahası] dışından geliyorsa beşer zolota ödemek zorundadır. Buna, bir çeşit yer kirası gibi, toprak bastı denir. Bu vergi eskiden daha düşüktü, ancak Alaeddin Bey gümüş tartısını bu meblağa çıkarmıştır.
MİLLİ
Siverek dahilindeki Millisaray kasabası Milli Kürtlerinin ana merkezidir. Bunlar gelip geçenden baç yani yol vergisi tahsil ederler. En ünlü mahsulleri Kürt kadınlarının hemen hepsinin dokuduğu narin halı ve seccadelerdir. Sınırsız sayıda semiz koyunları ve türlü süt ürünleri vardır. Kasabanın çepeçevre etrafındaki bahçelerde iyi cins üzüm, kavun, karpuz yetişir.
Bu Milli Kürtleri cesur, savaşçı, vahşi tabiatlı adamlar olup Osmanlı devletine asidirler. Sultan Hamit zamanında [1774-1789] kendi kendine paşa unvanı vermiş olan Temür veya Timur adlı büyük bir reisleri vardı. Emrinde çoğu Yezidi olan 40 bin hane Kürt ve 70 bin atlı toplanmıştı. Kürtlerin ve Yezidilerin en seçkin askeri birlikleri onlardaydı. Başka kimsede benzeri olmayan küheylan adlı cins atlar onlardaydı. Bunlar başka kimsenin bu atlarla çiftleşmesine izin vermezler, sütle ve günde 8 okka arpa ile beslerler, katiyen su vermezler, saman yahut başka ot yedirmezler, bütün gün güneşte bırakırlar. Böyle yetiştirilen atlar savaşa girdiğinde at gibi değil adeta kuş gibi uçar, üç gün yorulmadan aralıksız savaşır, hatta başka atlar ve başka hayvanlar gibi ağzını açıp tık nefes olma belirtisi göstermez.
İşte böyle bir hazırlıkla Timur Paşa yeğeniyle beraber her tarafa el atıp Mezopotamya’ya ve çevre bölgelere külliyen hakim oldu. Gelen ve geçen kervanları ağır baçlar ve vergiler tahsil etmeden bırakmadı. Akınlar düzenleyerek köyleri yakıp yıkıp yağmaladı. Diyarbekir’i yıllık 20.000, Urfa’yı ise 40 bazen de 50.000 haraca bağladı. Çevredeki tüm diğer yerlerden aşar ve vergi topladı. Sonra Halep’e göz dikti. Diyarbekir Paşası birkaç kez Timur’a karşı 18 bine kadar varan büyük ordularla sefer etti. Fakat savaşta o denli gözüpek idi ki elindeki sınırlı güçle bu orduları darmadağın etti. Bilhassa kendi kızı, kadın tabiatını aşan bir kuvvet ve cesaretle fırtına gibi düşman içine dalıp koca ordulara korku saldı. Fakat nihayet Sultan Selim [1789-1808] devrinde güçten düşerek #Hzu [Batman Kozluk] tarafına kaçtı.
VAN
Günümüzde Van paşalığı aslen Van’ın şehirlisi olan bir Kürt hanedanının elindedir. Sancakları ise paşaya tabi çeşitli Kürt beylerinindir. Bitlis Hanı ve Muş Beyi ise sadece ismen paşanın egemenliğini tanırlar. Bu ikisi dahil olmak üzere hepsi Van kuluna, yani asker defterine yazılı olanlara vergi ödemekle mükelleftir. Bu vergi şehirlere ve tüm köylere büyüklüğüyle orantılı olarak salınır. Bazı köylere 30 kuruş, bazılarına 40 kuruş ve bunun gibidir. Zamanı geldiğinde tahsildar gelip belirlenen miktarı alır. Köy ise bu meblağı o sırada köyde bulunan yerliler arasında pay eder, dışarılılardan bir şey alınmaz. Bu vergi ahaliye çok sıkıntı vermez. Buna karşılık paşanın imdadiye ve aylık adı altında topladığı vergi bilhassa Hıristiyanlar için büyük yüktür ve çok tepki doğurur. Zira belirlenen zamanda ve belirlenen miktarda tahsil etmezler (Van şehrinde aylık 100 kuruştur), bir yıllık aylığı hakaret ve tehditle bir defadan talep ederler, dört beş ay sonra bu kez ertesi yılın vergisi için eziyete başlarlar. Birkaç ay sonra bu sefer sonraki yılın vergisini isterler, böylece ahalinin ödeme kabiliyetinin üzerinde kanundışı vergiler toplarlar, ta ki ödeme imkanı kalmayıncaya kadar.
Van şehrinin ahalisi yaklaşık 15.000 hane olup bunun 2.000’i Ermeni, kalanı Müslümandır. Müslümanların büyük bölümü babadan oğula asker defterine yazılıdır. Bunlara Türkçe ‘kul’ denir ve eski kanuna göre sayılarının 12.000 olması gerekir. Hepsi maaşlıdır, yani ölefe [ulufe] alır ve bu maaş Ermenilerden toplanan vergilerle ödenir. Kalede ise eski kanuna göre kale beyinin maiyetinde 1500 kale muhafızı olması gerekir, fakat günümüzde 100-150 muhafız ancak vardır ki yeniçeridir. Bunların maaşı asker defterine yazılı yerli Müslümanların maaşından ayrıdır ve Ermenilerin vergilerinden tahsil edilmez.
MÜKÜS
Hağin [Bahçesaray Şerefhan köyü] Müküs şehrinden güney yönünde üç çeyrek saat uzaktadır. Vaktiyle bu yerde Ermeni milletinden Melik Hovig veya Hovhannes’in kendi kesesinden yaptırdığı bir taş kalesi vardı. Yapımına 200.000 harcamıştı. Etrafına çok adam toplayarak diğer Kürt beylerine karşı güçlenmiş, onları kendi iradesine ram etmeyi başarmış ve birçoğu tarafından bey kabul edilmiş, hatta Hakkari beyinin vekili mertebesinde görünmüştü. Bunun üzerine Hizan ve Şirvan tarafından Kürtler üzerine gelip sığındığı kaleyi kuşattılar, ateşli silahla kendisini sinsice yaralayarak öldürdüler, kaleyi ele geçirdiklerinde duvar içinde saklanmış keselerle para buldular. 1773 yılında kaleyi temellerine kadar söktüler. Buldukları parayı da götürdüler.
Çok ilginç. Geçmişimize bunun gibi bir çok pencereleri açmamız lazım. Bizim sırf ezbere bilgilerle tarih olmuyor.
Elinize saglik hocam. Kitap hangi yayinevinden cikacak? Aralara harita da koysaniz ne guzel olur :)