Salman Rüşdi neden şişlendi
Medeniyetler Savaşı, Soğuk Savaş gibi bereketli bir damar bulamadan söndü. 30 yıl sürmeyen bir saltanatın sonunda kısmen Türkiye'nin kısmen de Suudi Arabistan'ın çabalarıyla 2016 yahut 2019'da bitti.
Salman Rüşdi'nin Shame adlı romanı Türkçeye 'Utanç' diye çevrilmiş. Belki 'Ayıp' daha doğru olurdu. Pakistan'ın idam edilen başbakanı Zülfikar Ali Bhutto ile kızı Benazir aleyhine pespaye bir karakter suikasti çalışmasıdır. 1983'te piyasaya çıkmasından bir iki yıl sonra okumuş, ben Bhutto ailesinden olsam ne yapar eder bu puştun hakkından gelirdim diye aklımdan geçirmiştim.
Kasım 1988'de Şeytan Ayetleri yayınlandığında Benazir Bhutto Pakistan başbakanıydı. Kitabın macerası 2 Aralık'ta İngiltere'nin Bolton kasabasında Deobandi cemaatine bağlı Pakistanlıların düzenlediği protesto ile başladı. Ocak 1989'da bu kez Bradford'da tüm Paki siyasi gruplarının katıldığı bir gösteriyle kitap yakıldı. 12 Şubat'ta Pakistan başkenti İslamabad'da devasa bir protesto gösterisi yapıldı. İslam dünyası gösteriyi coşkuyla karşıladı. Dünyanın dört bucağında bağırıp çağıranlar oldu.
İran lideri Humeyni bu tarihte bedensel ve ruhsal sağlığını büyük ölçüde yitirmiş, kibir ve nefretle gözü dönmüş bir ihtiyar zorbaydı (dört ay sonra ölecektir). ABD kuklası olarak gördüğü Pakistan'ın güçlenmesinden endişeliydi. Nispeten seküler bir görüşü temsil eden Benazir Bhutto'nun küresel ölçekte İslami tepkinin önderliğini yüklenmesine izin veremezdi. 14 Şubatta yayınladığı bildiriyle Rüşdi'nin ölümüne ferman verdi. Benazir'in kozuna koz bastı.
Bildiri elbette fetva değildi (fetva hukuki bir görüştür, icrai değeri yoktur, nitekim Humeyni bildirisini 'fetva' olarak nitelemedi, fetva etiketini Batı medyası uydurdu); İran yasalarına ve uluslararası hukuka da aykırıydı (İran yasalarına göre ölüm hükmünü ancak yasalara göre kurulmuş bir mahkeme verebilir). Dolayısıyla hukuki açıdan fazlaca zorlanmadan gözardı edilebilirdi; İran hükümetinin verdiği sinyaller de o yöndeydi.
Fakat 'fetva' tüm tarafların işine geldi. İslam dünyası, Batının aşağılayıcı küstahlığına karşı ortak bir dava bulmuş olmaktan memnundu. Batı'nın yöneticileri, tam o günlerde çöken Soğuk Savaş cepheleşmesinin yerine yeni global şeytan olarak seçtikleri İslam dünyasına karşı 'Medeniyetler Savaşı'nı parlatmakla meşguldü. Bu yüzden hadiseyi şişirdikçe şişirdiler, üçüncü sınıf bir romancı taslağını Medeniyetler Savaşı'nın ilk azizi ve - kısmet olursa - ilk şehidi olarak lanse ettiler.
Medeniyetler Savaşı, heyhat, Soğuk Savaş gibi bereketli bir damar bulamadan söndü. Otuz yıl sürmeyen bir saltanatın sonunda, kısmen Türkiye'nin, kısmen de Suudi Arabistan'ın çabalarıyla, 2016 yahut 2019 dolayında sönüp gitti.
Salman Rüşdi çoktan işlevini kaybedip unutulmaya terk edilmişken şimdi durduk yerde şişlenmesinin nedeni nedir, belki zamanla anlaşılır. Belki de anlaşılmaz, kim bilir?
İran ile nükleer anlaşmaya yapmaya çalışanları kasımdaki seçimler öncesi zor duruma düşürmek için yapıldı diye düşündüm.
"Rushdie, Bhutto ailesine bulaşmasaydı bunların hiçbiri başına gelmezdi" mi denmek isteniyor bu yazıda? Olayların kronolojisine detaylı bakarsak bu iddia biraz su götürür, ama öyle olsa bile neden Rushdie'nin gösterdiği cesaret gözardı edilmiş? Rushdie'nin böylesine tabu olan bir konuya girmesi ve bunun gündeme gelmesini sağlaması cesaret değil midir? İnsanlığa net fayda değil midir? Sevan Nişanyan da benzer motivasyonla bu gibi riskli konulara girmemiş miydi cezaevine girmeden önce? https://journals.sagepub.com/doi/pdf/10.1080/03064228908534638