Sivaslı Mıkhitar Venedik'te
Aynı problemlerle boğuşacak olan Türk aydınları tam bu noktada tıkanacak, Batı’nın dinini benimsemek yerine Hıristiyanlıktan arındırılmış bir Batı mezhebi olan ‘Laiklik’te karar kılacaklardır.
Peder Mıkhitar ("teselli edici") adıyla tanınan muhterem kişi 1676'da Sivas'ta doğdu. Oradaki Surp Nişan manastırında eğitim gördü. Ermeni kilisesinin muhafazakarlığını, eğitim düzeyinin düşüklüğünü, taassubunu genç yaşta eleştirmeye başladı. Katoliklerdeki Jezüit örgütü gibi, sivil topluma aktif olarak müdahale edecek bir dini cemaat kurma fikri Halep'e yaptığı bir ziyarette doğmuş görünüyor.
1700 yılında İstanbul'a gelip tasarısını hayata geçirmeye başladı. Osmanlı devleti o sırada 16 yıl süren savaşlarda Avrupa karşısında ilk kez tam anlamıyla hezimete uğramış ve 1699'da teslim antlaşması imzalamak zorunda kalmıştı. Öyle anlaşılıyor ki 'bu kâfirlerin nesi üstün ki bizi böyle ezdiler' sorusu Osmanlı'nın -- Müslim ve gayrimüslim -- tebaası arasında, tarihte ilk kez, o günlerde yaygınlaştı. Mıkhitar ve müritleri çözümü eğitimde, taassuba karşı mücadelede ve özellikle Katolik Avrupa'nın modern eğitim ve propaganda tekniklerini benimsemede gördüler. İstanbul'un çeşitli semtlerinde Ermeni çocukları için okullar açtılar.
1704'te Ermeni cemaatinin şikayeti üzerine Osmanlı idaresi Mıkhitar hakkında kamu huzurunu bozmaktan soruşturma açtı. Pabucu pahalı gören Mıkhitar ve genç arkadaşları bir gemiyle İstanbul'dan kaçıp Yunanistan'da Venedik Cumhuriyetine ait bir kale kent olan Modon'a sığındı. 1715'te Modon Osmanlıların eline geçince Venedik Cumhuriyeti Venedik yakınındaki San Lazzaro (Surp Ğazar) adacığını bir manastır kurup yerleşmeleri için onlara tahsis etti.
Mıkhitar’ın tam olarak ne zaman Katolik mezhebini benimsediği karmaşık bir konudur. Cemaatin resmi tarihçesi pederin daha Halep’teyken Katolik olduğunu savunur. Daha gerçekçi bir yaklaşım belki kesin dönüş tarihini 1704 ile 1715 arası bir noktaya yerleştirebilir. Her halükarda ‘modernleşmenin’ ancak mezhep değiştirmekle mümkün olduğu fikri çarpıcıdır. Sonraki iki yüz yıl boyunca aşağı yukarı aynı problemlerle boğuşacak olan Müslim-Türk aydınları tam bu noktada tıkanacak, Batı’nın dinini benimsemek yerine Hıristiyanlıktan arındırılmış bir tür Batı mezhebi olan ‘Laiklik’te karar kılacaklardır.
San Lazzaro 200 yılı aşkın bir süreyle Ermeni kültürel uyanışının başlıca odak noktası oldu. Manastır matbaasında, gerek içerik gerek imalat kalitesi açısından şaheser niteliğinde olan yüzlerce eser basıldı. Bunlar arasında Ermeni dili ve tarihine dair çığır açıcı çalışmalar ve Batı klasiklerinin Ermenice çevirilerinin yanısıra, Ermeni harfli Türkçe yayınlar ve bu meyanda Türkçeye çevirilen ilk kapsamlı Roma Tarihi (Goldsmit’in Roma Tevarihi, Roma Şehrinin Binası ve Devletinin İbdidasından Ğarp Tarafında Hükûmetinin Harabınadek Nakıl Olunur, 1830 senesinde tab edildi) göze çarpar.
İlginç bir ayrıntı: Manastır matbaası 1727’de kurulur, aynı yılın Mayıs ayında devrim niteliğinde bir eser olan Çağdaş Ermeni Dilinin Gramerine Giriş basılır. Bin yıldan beri İncil dilinde donup kalmış olan Ermeniceye, güncel halk ağzı üzerinden yeni bir yazı dili inşa etme çalışmasıdır. Bu girişim Osmanlı yönetimini rahatsız etmiş olacak ki aynı yılın sonbaharında Macar asıllı bir mühtedi olan İbrahim Müteferrika’nın İstanbul’da bir matbaa açmasına izin verilir.
*
1980 yazında ilk kez manastırı ziyaret ettiğimde yayınevi henüz canlıydı. Redaksiyon odasında 10-15 kara cübbeli, aydınlık yüzlü genci desktoplarda harıl harıl çalışırken izlemiştim. Desktop publishing hadisesiyle ilk karşılaşmamdı sanırım, daha önce görmemiştim. Sonra yayınevi kapandı. Manastır da, çağdaş Katolik kilisesinin tüm kurumları gibi, işlevini kaybetti. Şimdi bir iki yaşlı rahip, birkaç genç stajyer, günde bir kez vaporetto ile çıkagelen bir avuç turiste aynı bayıcı klişelerle rehberlik ediyorlar.
Ermenice grubuna katılalım dedik. Heyhat, Doğu Ermenicesi imiş. İstanbul Ermenicesinin bir bakıma doğum yeri olan bir kurumun ölümü işte böyle bir şey diye düşündük.
Mağlubiyetler toplumlar için her zaman bir özeleştiri vesilesi olmuştur. Belki kayıtlardaki ilk örnek, İsrailiyat ve Kur'an'da geçen, İsrailoğulların mezopotamyalılara karşı mağlup düşmeleridir. Askeri yenilgiye bir de kültürel yenilgi eklenince, sonu Mıkhitar kıssasında olduğu gibi oluyor.
Karşı örnekler de mevcut: Yunan site devletleri Roma zorbalığına yenik düşüyor, ama Helenizm neticede Rum kültürünü ortaya çıkarıyor, Latinleri yunanlaştırıyor. Bir müspet örnek daha, Moğol istilasıdır. Her ne kadar askeri manada yenik düşse de, İslam kültürü Moğolları kendisinden bir parça etmekte muvaffak oluyor.
Bence yeni Roma istilasına karşı cevap bulmakta daha hala, 300 senedir zorlanıyor doğu toplumu. Mıkhitar'ı tanıttığınız için müteşekkirim, hocam. Çok önemli bir mihenk taşı!
1- Alevilik için Sünniliğe kıyasla daha modern bir İslami mezhep diyebilir miyiz?
2- Eğer öyleyse TC'nin kuruluş ideolojisi neden Sünni-Türk sentezi üzerine kuruldu da Aleviliğe bir şans verilmedi?
3- Sizce Anadolu'daki muhafazakarlık İslam'dan da eskiye mi dayanıyor?