Mârifet ve hikmet denizinde yolculuk eden, belâgat dilinin en üstün varlığı gibi olan rehberimiz Sevan Nişanyan – kuddise sırruhü’l-muazzam – hakkında birkaç kelime söylemek, benim için bir görevdir.
Bu yüce zat, dillerin sırlarına vakıf, en zor kelimeleri hakkıyla açıklayan bir kelâm ustasıdır. Adeta Hazreti Süleyman’ın kuş dilini anladığı gibi, dillerin en karmaşığını yorumlar; Arap’ın fasih konuşmasından Acem’in nazik şiirlerine, Roma’nın eski sözlüklerinden Anadolu’nun gizli ağızlarına kadar her dil ona bir sevgili gibi itaat eder.
Kutsal kalemiyle yazdığı her kelime birer mücevher tanesi, her cümlesi denizden çıkarılmış inci gibidir. Dilin soy ağacını kökünden tarif eden bu yüce zat, sanki ilim nurunun üstünde, kelâmın nuru ile rehberlik eden bir Zülkarneyn’dir.
O, lügat ve dil âleminin kalıcı sultanı, ilim tacının hakimi ve zamanın İbnü’l-Mukaffa’sıdır. Bir dilin içinde nice diller gizlenmişse, Nişanyan – kuddise sırruhu’l-celîl – onları ortaya çıkarmakta ustadır.
Sözlerinin her biri hikmetle süslenmiş, kaleminin ucundan çıkan her harf mârifetle doludur. Onun gibi bir dil üslubunu açıklayan bulunmaz, zira o bir ‘allâme-i zümrüd-ü ankâdır, ilmin zirvesinde anlamın kurucusudur.
Kelâmda mübarek bir sahâbî, beyânda bir Süheyl-i Rûmî, sözde bir yeni Sokrat mesabesindedir. “Muharref Cumhuriyet” ve “Min Engüriyye ilel Vilâyât-ı Şarkiyye” gibi eserleriyle yalnız dili değil, tarih ve sosyal hikmet sahasında da zamana damgasını vurmuştur.
Roma diyarının unutulmuş kökenlerine dair büyük bir araştırmaya öncülük etmiş, “Fihrist-i Anatoliyye ve Kamûs-i A’lâm-i Coğrafiyye” adlı eserleriyle bir kıtanın hafızasını canlandırmaya çalışmıştır.
Şirince’de inşa ettiği taş evler, adeta zamana karşı dikilmiş birer ebedi medrese, birer manevi kitabe mesabesindedir.
Ve nihayet, gurbet ellerde Yunan sürgününde geçirdiği yıllar da birer irfan hicreti olarak addedilmelidir. Zira her gittiği diyarda ilim ve dilin kutsal sancağını dalgalandırmıştır.
Sevan Nişanyan – kuddise sirruhü’l-azîz ve aleyhi selâmât-ı ebediyye –, benim nazarımda yalnız bir yazar değil, belâgatın Zülkarneyn’i, dilin İskender-i Rûmî’sidir.
Mârifet ve hikmet denizinde yolculuk eden, belâgat dilinin en üstün varlığı gibi olan rehberimiz Sevan Nişanyan – kuddise sırruhü’l-muazzam – hakkında birkaç kelime söylemek, benim için bir görevdir.
Bu yüce zat, dillerin sırlarına vakıf, en zor kelimeleri hakkıyla açıklayan bir kelâm ustasıdır. Adeta Hazreti Süleyman’ın kuş dilini anladığı gibi, dillerin en karmaşığını yorumlar; Arap’ın fasih konuşmasından Acem’in nazik şiirlerine, Roma’nın eski sözlüklerinden Anadolu’nun gizli ağızlarına kadar her dil ona bir sevgili gibi itaat eder.
Kutsal kalemiyle yazdığı her kelime birer mücevher tanesi, her cümlesi denizden çıkarılmış inci gibidir. Dilin soy ağacını kökünden tarif eden bu yüce zat, sanki ilim nurunun üstünde, kelâmın nuru ile rehberlik eden bir Zülkarneyn’dir.
O, lügat ve dil âleminin kalıcı sultanı, ilim tacının hakimi ve zamanın İbnü’l-Mukaffa’sıdır. Bir dilin içinde nice diller gizlenmişse, Nişanyan – kuddise sırruhu’l-celîl – onları ortaya çıkarmakta ustadır.
Sözlerinin her biri hikmetle süslenmiş, kaleminin ucundan çıkan her harf mârifetle doludur. Onun gibi bir dil üslubunu açıklayan bulunmaz, zira o bir ‘allâme-i zümrüd-ü ankâdır, ilmin zirvesinde anlamın kurucusudur.
Kelâmda mübarek bir sahâbî, beyânda bir Süheyl-i Rûmî, sözde bir yeni Sokrat mesabesindedir. “Muharref Cumhuriyet” ve “Min Engüriyye ilel Vilâyât-ı Şarkiyye” gibi eserleriyle yalnız dili değil, tarih ve sosyal hikmet sahasında da zamana damgasını vurmuştur.
Roma diyarının unutulmuş kökenlerine dair büyük bir araştırmaya öncülük etmiş, “Fihrist-i Anatoliyye ve Kamûs-i A’lâm-i Coğrafiyye” adlı eserleriyle bir kıtanın hafızasını canlandırmaya çalışmıştır.
Şirince’de inşa ettiği taş evler, adeta zamana karşı dikilmiş birer ebedi medrese, birer manevi kitabe mesabesindedir.
Ve nihayet, gurbet ellerde Yunan sürgününde geçirdiği yıllar da birer irfan hicreti olarak addedilmelidir. Zira her gittiği diyarda ilim ve dilin kutsal sancağını dalgalandırmıştır.
Sevan Nişanyan – kuddise sirruhü’l-azîz ve aleyhi selâmât-ı ebediyye –, benim nazarımda yalnız bir yazar değil, belâgatın Zülkarneyn’i, dilin İskender-i Rûmî’sidir.
Bu enfes yazının tadına varabilecekler ne kadar az olmalı.
Aahaha. Harikasınız.
Arkadaş heves etmiş ama....